Eski Ramazanları anmak da insanlara mutluluk veren,genel bir değerlendirme perspektifi sağlayan şükretmemiz gerektiğini tekrar hatırlatan bir olgudur.
Gezlevi'de Eski Ramazanlar
İftar öncesiydi.Hava kapalı hafif bir kördüman içersinden seyrekte olsa yağmur damlaları düşüyor.Penceremiz açık;Belen Mahallesi mescidinde Hoca Süleyman ezan okuyacak,duyup iftar edeceğiz.
Elektrik yoktu o yıllarda Gezlevi'de.Hatta cami ve mescitlerde akülü hoparlörler de yoktu.Yıl tahminen 1964-65 yıllarıydı.Alt taraftaki komşumuzun kızlarından biri de evlerinin önündeki alçak damın gücüğünden belen mescidine bakıyor,pür dikkat ezanı duymaya çalışıyordu.
Galiba şubat ayıydı ,osene Ramazanın tekabül ettiği miladi ay.
Sahurlarda uyanmamak mümkün değildi.Oruç tutup tutmadığımı hatırlamıyorum ama,uykumun arasında ocaklıktaki aş tenceresinin tıkırtı ve kapağının çın çınlarını duyardım.Aş pişince bir tavada azıcık sadeyağ kızartılır ve cosss diye (delikli bir manzarası olan) pilavın üzerinde gezdirilirdi.Sahurda iftarda yediğimiz pilavdı,kümpül gavurmasıydı,gabık baklaydı,tahrana aşıydı,ekmek bişirmesiydi bekmezdi,ayran veya hoşaftı.
Henüz çayı tanımamıştık.Gerçi Mahmut Dede'min ocaklığında porselen bir çaydanlığın içinde sürekli yanan ateşin bir kenarında bir garip şey fokurdardı ama ne olduğunu ben bilmezdim.Ancak penceresinde bir cam kavanoz içindeki somurma şekerlerini, ışık vurduğunda bir prizma gibi ışığı yansıtarak türlü renklere bürünen şekerleri hiç unutmam.
Çocuklara oruç bahsi açıldığında,yani tutup tutmadığı sorulduğunda hemen büyükler devreye girer ve "o teknenin kulağından tutar." diyerek bu zor soruyu bertaraf ederlerdi.
Arafa günleri biz damlarda moda dediğimiz çizgi oyunlarını veya çellik çomak oynarken veya aşağıda birikmiş kar yığınlarının üzerine hoplarken;evlerden taze ekmek ve bekmez kokuları yükselirdi.Anlardık ki külçeler yapılmaktadır..Kendi aramızda konuşurduk "En iyi külçe duvak daşların üstünde bişirilirimiş yav.Ben hiç duvakda bişmiş külçe yimedim"
Yavaşça ineceklerden aşağı iner,ekmek iden büyüklerin yanına sokulurduk.Bize taze sürülmüş külçe verirler,biz de sıcak sıcak bekmez peltesini akıda akıda keyifle yerdik.
Bayram namazında camiye girdiğimizi hatırlamak zor ama,cemaatın namazdan sonra çıkıp hızlıca bayramlaşmasını ve aceleyle evlerine koşmalarını hatırlamamak mümkün değil.Cami önünde baranalar oluştururduk.Biraz sonra evlerden tepsiler siniler gelmeye başlardı.Önümüze ne konursa onu yemek zorundaydık.Ama yumurta sahanlarını görünce;hep birden çığrışırdık."Buraya buraya."Ama vermezlerdi.Çocuk kalpleri kırılırdı ama yumurta sahanlara kime giderdi,onu da bilmiyorum.Yani gelen yağda yumurtalar kalabalığa yetmezdi.
Ertesi sene bu gelenek kaldırıdı.Artık cami önünde yemek yenmiyor.Ebeler dedeler büyükler ziyaret ediliyor ve bu büyüklerin evlerindeki sofralarda karınlar doyuruluyordu.Biz hep rahmetli Leyla ebemin evine giderdik.Her bayram içinde uzun büber leleleriyle türül türül tüten ak baklası,ekmek bişirmesi bekmezi hazır olurdu.
Bir çocuk grubu oluşturur büyükleri bayramlardık.El öpmenin adını bayramlamak koymuştuk ve sadece bayramdan bayrama büyüklerin ellerini öperdik.Büyükler "Berhudar olasın oğlum.Ömrün uzun olsun. Allah bu aylara bu günlere gine irdirsin" diye doğa ederlerdi.
Bayramlıklardan bahsetmeyi de unutmamak lazım.Genelde pontullarımızın götü ve dizleri yamalıklı olurdu.İşliklerimizin yakaları olmaz hakim yaka giyerdik.İşlikler yani gömleklerimiz hep alacadan olurdu genelde analarımız dikerdi.Soğuk kış günlerinde dışarda oynarken zıyınırken gatır döndürürken burunlarımız kızarır sulanırdı.Mendilimiz olmazdı,hatta okula gidinceye kadar pontulumuz da olmaz fistanlarımızla gezerdik.İşlik kollarımız hazır mendilimizdi,burnun akınca çal geçgit.tabii o kısımlar gayış gibi olurdu.
Bayramlıklar dedim.Senese iki defa sadece bayramlarda alınırdı giyecek türleri.Basmalar,dastarlar,alacalar,pontulluklar vesaire vesaire. Bu yüzden bayramlar çocuklar için daha bir önemli daha bir anlamlıydı.
Zaman su gibi aktı.60 lı yılların sonunda camiye akülü hoparlörler takıldı.Ezanın tam metnini ancak o zaman öğrenebildik.Hatta en başta kaç kere "Allahü ekber" denilir diye can kulağıyla dinlerdik ezanları.(Acaba bir de şu büyük şehirlerde güzel sesli müeezzinlerin okuduğu ezanları duysaydık;camilere koşar mıydık bilmem ki.Gerçi o zamanların hocaları genelde bugünün bazı merhametsizleri gibi çocukları camiden hatta cami bahçesinden kovmaktaydılar.)
Sonra elektrik geldi 70 lerin başlaında.
Daha sonra tek kanallı siyah beyaz televizyon geldi.80 li yıllarda İftar vakitleri açar,ney sesleri eşliğinde iftar duasını yapar,dışardan gelen ezan sesini duyunca,orucumuzu açardık.
Şimdi
çok TV kanalı var.Oruç tutanların çoğu bile,oruçla hiç ilgisi olmayan bir programı dinleyerek yiyor iftar yemeğini.
Ama şükürler olsun rabbim sana,oruç tutanımız da tutmayanımız da verdiğin rızklarla doyunuyoruz yaşıyoruz..40 Sene öncesine göre bile ne kadar çok nimetine erişmişiz.
Bizi " Dünya'da ve ahirette iyilikler ve güzellikler verdiğin kullarından eyle". Amin...