iletişim
     Gezlevi Tarihi ve Coğrafyası
     Aşık Ömer
     Oğuzname ve Gezlevi'de Bu gün Kullanılan Atasözleri
     M Yanar Hikayeleri
     DEVRENT--- Taih Olacak Tarihi DuvarYeni sayfanın başlığı
     Gezlevi'de Kullanılan Farklı Kelimeler
     Mevlüt Yanar Şiirleri
     Sağlık-Beslenme Sayfası
     Büyük Şairlerden
     Molla Mustafa,Sadrettin Kütükçü,Helim Mehmet,S.Kılınçer
     Nüfus
     iki İdam İki Şehit
     Gezlevi İçin Gerekli
     Bağcılık
     SEÇİM-MAHALLİ İDARELER
     Mantarlar
     KİRAZ HAK: HERŞEY
     Aladağ-Yerköprü
     Toktamış ATEŞ
     sosyal devlet
     Nürnberg'i Hatırladım
     coğrafya soruları
     Gezlevi'de Eski Ramazanlar
     fakılar-holuslar
     Denizden Yaylalara
     KOP ve Karayolu Yatırımlarında Durum
     M.Kemal Kronolojisi
     Kürt Meselesine Newsweek Yaklaşımı
     Zorunlu Askerlik
     Kahramanlar-Kitap
     M. Kemal, Milli Mücadele’ye niye daha geç katılıyor?
     Anasayfa Aktarmaları
     Almanca Cevaplar
     inşaat davaları
     Mahkeme Dilekçe Örnekleri
     Mehmet Acar-Yatırımlar
     Kınalıade Ali
     HZ İSA nın Vefatı
     Kamulaştırma Kanunu
     KURU KİRAZ
     yörük
     Yörük 2
     yörük 3
     yörük 4
     Yörük İskanı
     gezlevi tarihine ilave
     Hadim Meteorolojik Verileri
     19 Mayıs ABD Askeri
     Ermeni katliamı
     Milletvekili Maaş Kıyaslaması
     bel kayması
     Saanen Keçileri
     Irbık Ülüğü hikaye
     Anasayfa Aktarması mart 2012
     anasayfa Aktarma mart 2012
     astım
     M. Kemalin 24 Nisan Meclis açış konuşması
     Aydınlı Aşireti Özelliklerinden
     SULAMA PROJESİ
     Thresi-Yasemin
     sarıçavuş
     Kalorifer
     Eğri Göl-Hasan SayındanYeni sayfanın başlığı
     Molla Mustafa
     Vefat Şiirleri
     Orhan Deresi
     19 0cak anasayfa aktarması 2015
     ilgili siteler
     Her Yönüyle Korualan---Bilal Erdek
     Anasayfa aktarmaları haziran 2016
     Dilekçe örneği
     vazgeçme
     temmuz 2016 anasayfası
     FRANSIZCA..ÇALIŞMALARIM
     Rusça Çalışmaları...Ya izuçayu russki yazık
     Bozkır Barajı...Gökdere
     İnsani Gelişme Endeksine ...ülkeler
     Gezlevi'li Ali Efe.... Yüzbaşılardan
     5.6.2017 Anasayfa akatarması
     Anket Yapalım
     Link listesi
     Sayaç
     kafka
     mustafa özlem
     ıinsani gelişme basamakları
     ŞİİR ÇALIŞMALARI
     HADİMİ
     yeni şiirler
     Yeni sayfanın başlığı
     rasül
     işte...
     Suriyeliler ve Suriye
     GEZLEVİ KURULUŞU İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİM
     Gezlevi Yemek Kültürü.

Kaynak gösterilmeden siteden alıntı yapılamaz.


KULYANAR - M Yanar Hikayeleri


BİR GEZLEVİ HİKAYESİ

Vay Benim Halam
(
 Kafka'dan çok daha önce Böceğe dönüşme olayının işlendiği hikaye.)

(Anlatıcı: Kezziban Yanar... 2020 de 85 yaşında)

Gelinlik kız evde hamur yoğurmuş yufka yapmaya başlamıştır. Annesi  seyrek görüştükleri komşuya gider. Orada uzak bir yöre köyünden gelmiş misafir bir kadın da vardır. Kadın oğlu için kız aramaktadır.
Kız bir miktar yufka açar pişirir.  Yaptıkları o kadar çok hoşuna gider ki; hepsin,i yer... Bu kadar güzel ekmek yaptığını annesiyle paylaşmak ister...
Balkona çıkıp bağırır...
= Anaaa, anaaa...
= Sen gideli 9 ekmek yaptım. Dokuzunu da yuttum...
Annesi utanır ve kızını susturur...
= Aferin kızım... Hadi devam et sen,gir içeri... Ben şimdi geliyorum.

Kulağı az duyan komşu merakla sorar.
= Kızın ne dedi komşu ben anlamadım... 
 Önemli birtşey olmalı...
= Ne diyecek ay Komşu... Sen gideli dokuz şamıt yaptım diye sevinmiş onu müjdelemekte...
(Şamıt:Pamuk veya yün iğ ve çarkta eğrilirken elde edilen yyumaklardır)
= Ay maşaallah kızımıza... Ne becerikliymiş. Yarım saatte dokuz şamıt ha... Olacak şey değil...
Komşunun kız arayan misafiri söze karışışır.
= Bak komşu... Demek gelinlik kızın var... Bizim oğlanın da evlenme çağı geldi. İstemeye gelsek ne dersin?
= Nasipse olsun derim komşu. Hele siz bir istemeye gelin...
Üç ay sonra....
O uzak yöre köyüne gelin giden kız,yorgan döşek hasta yatmakta...
Odanın köşelerinde öbek öbek yün ve pamuk yığınları ile,  kıl tarağı,iğ ve çark... Kaynana gelinim yün pamuk eğirecek diye her malzemeyi hazır etmiş... Şu gelin iyileşse de şıunları eğirse iğvasında kıvranıp durnmakta.
Damat çok üzgün... Karısını sevmekte ve ne diye hasta olduğunu çözemediğinden odaya girip girip çıkmakta... O zamanlarda doktor yok ki götüre...
Gelinin oturduğu ev eskidir. Zemin kat ahırdır. Birnci katla arası ağaçlar pardı ve toprakla kapatılmıştır. Odanın içinde böcekler dolaşmaktadır...
Damat gelinin başucuna oturmuş dalgın dalgın karısını izlemektedir...
Gelin bir aralık döşeğin altına sokulmaya çalışan kara böceği tutmaya çalışarak;
=Ahh benim halam.Haydi gel bana...Ah zavallı halacığım,gel yemek su vereyim sana...der.
Kocası şaşırır...
= Ne yapıyorsun sen? böcek hala olur mu? Delirdin mi yoksa?
= Olmaz mı akıllım.Benim halam çok çalışkandı. O kadar çok pamuk yün eğirdi ki; sonunda işte bu hale geldi der ve sımkırda sımkırda ağlamaya başlar.
Kocasının aklı başından gider...
Bir karısına bakar bir böceğe...
Sonra deli gibi kalkar... Pamukları yünleri iği çarkı tepmeler dağıtır,açar pencereyi odada ne varsa sokağa fırlatır...
Kendi kendine yüksek sesle söylenmektedir.
= Pamuğu batsın yünü batsın... İği çarkı yok olsun... Ben karımın böceğe dönüşmesini istemem...
Kunmaş mı? Pazen mi? Basma mı?... Değişmem ben onlara karımı... Pazardan alırım şehirden alırım...
Sakinleşir... Sessizce oturu karısının yanına...
= Ah benim canımın içi der ahhh... Niye daha önce söylemedin bunu... Üzüntüden hasta olmana gönlüm razı olur muydu sandın...

Mevlüt Yanar... 10 Eylül 2020...












Yoğun Bakım
-Siz dedi .Hastanız hakkında ne düşünüyorsunuz? Biz her an herşeyi bekliyoruz.
-Biliyorum.Dedim. Başka ne diyebilirdim ki!
Yoğun bakımda hastama refakat edemeyecektim.Zaten yürüyerek hastaneye yatan babamı bu durumda görmeye katlanmak çok zordu.
 Başucunda monitor kalp fonksiyonlarını gösteriyordu.Çoğu zaman kol ve ayaklarında serum takılıydı.Zaman zaman bilincini yitirmesine rağmen doğru düşünebiliyor konuşuyordu
Büyük bir tevekkül gösterip dualar ediyordu.Çocuklarını kırmamak için çok dikkatli konuşuyor,onları hastanede tuttuğu için kendini suçlıyordu.
Yoğun bakımda hastama  gözetim altında çok iyi bakılacağını sanıyordum.Ama yedi sekiz hastadan tek bir hemşire sorumluydu. Bazıları iyi niyetli olmalarına rağmen hizmete yetişemiyorlardı. Hastabakıcı kaba ve eğitimsizdi.Sadece iri yarı ve güçlü olduğu için işe alınmışa benziyordu. Doktorlar günde bir veya iki defa uğruyorlardı. Hasta normal serviste yatsa,hiç olmazsa yanında refakatçisi ona yakın ilgi gösterebilirdi.
Babamı böyle bir yoğun bakımda yalnız bıraktık. Akşam sabah günün her saatinde uğramaya çalıştık. Hastaneye girmek proplem. Yoğun bakıma başını bile uzatamıyorsun. Babam hemşirelere ricada bulunmuş.Benim çocuklarımı içeri alın diye.Onlar da olur demişler ama; yine de kurallara uymaları gerek.
Bir kaç eşim sabah ezanından sonra babamın yanına gitti. bu ziyaretlerden çok memnun olduğunu anladık.Hatta biz çocukları için ," -Ben onlara ne yaptım.Neden yanımda değiller." dediğini duyduk.
Bir öğleden sonra doktorla yanına vardık.İyi gözükmüyordu...Burnundan çıkan hortum midesindeki kan sızıntılarını dışarıya veriyordu. Hortumu tıkamışlardı.
Yandaki yatakta yatan hasta "-Bu hasta bugün hiç iyi değildi." dedi.Ona baktım. Babam kustu. Ağzından burnundan simsiyah kanımsı bir sıvı püskürdü.Ben temizlemeye başladım. " Bu hortumu tıkamayın " dedim. "İlaç verdik" diye tepki gösterdiler.Doktor gitti.
Yandaki hastanın monitörü alarm verdi.Ona döndüm.Oturan hasta yanının üstüne yıkıldı.Gözleri kaydı.Hemşire koştu geldi. Hastabakıcı yatağı yatay hale getirdi.
"Amca sen de çık " dediler.Ben çıkarken hasta yatağının üç tarafındaki perdeleri çektiler.Arkamdan hasta bakıcı kapıları kilitledi.
Dışarda bekleyen kadın;" Abduya bişey oldu " diye kapıya yüklendi.Kilitli kapı çatırdayarak açıldı. Hasta bakıcı kadını yoğun bakım önünde tuttu. Kadın bayıldı. İçerde bir yatağa aldılar.
Babam için atlet pijama istedim Islananları değiştirecektim.Abimler giysileri getirirken ölen kişiyi sedyeyle götürdüler.
Sonra babamı diyalize bir üst kata götürdük, Diyalizdeki doktor ölümün kaçınılmazlığını söylüyordu.İki saatten sonra tekrar yoğun bakıma yatağına yatırdık. Babam yanında ölen kişinin ve çoğu olayların farkında değildi veya değil gibiydi.
Gece onikide hastaneden çağırdılar.Kan aldırdılar.Serum ve kanı damardan vermemiz çok zor oldu.Damarlar patlıyor veya kanı almıyorlardı. ayaklarından ve baldırından denedik.Ayaklarını bağladık.Çözdürdü bana.Damara giren iğneleri büktürmesin diye sabaha kadarayaklarını tuttum. Niye tutuyorsun demesin diye ovup durdum. "Hep ayaklarımı ovuyorsun " diye serzenite bulundu.
Karşı yatakta ki hasta nefes almakta zorlanıyordu.Sabaha kadar bir saat tiktakasında "Allahım beni kurtar,Allahım beni kurtar " deyip durdu. Arada bir "Teoman oğlum" dediğini de duyuyordum.
Diğer hastanın ihtiyar karısı koridorda yatıyordu. Hastanın omuzunda diyaliz için açılan deliklerden kan geliyoru. Hemşire ve hasta bakıcı hastayı oturur durumda kalması için uyarıyorlardı. Ama bilinci yerinde değildi.Bazen söğüp sayıyor  bazen arpa ve nohuttan,yağmursuz bu sene mahsül olmayacağından bahsediyordu.
Sabah namazından sonra oksijen verilen "Allahım beni kurtar" diyen hasta sesini kesti. Hemşire koştu.Hastabakıcı geldi. Allah onu kurtarmıştı.Perdeler çekilirken ben dışarıya çıktım. Oğlu Teoman ağlıyordu. Telefonda kendisiyle konuşmak isteyen oğluna, "Ulan eşşoğlu eşek,anneni versene" diye çıkışıyordu.
Sonra da hıçkırarak eşine....""babam öldü." dedi.



Memiş Dayı

 

Bu gün sabah otobüsümüze el kaldırdı.Durduk.Kapıların otomatiği bozuk olduğu için şoför,öndeki yolcuya kapıyı açtırarak çağırdı. “Dayı,buraya gel! buraya!” Sarışın,gözleri soğuktan yaşarmış akan,mütevazi ,şapkalı bir ihtiyar basamakları zorlukla çıkıp,içeri girdi. Ön koltuk boştu.Otur dayı şuraya dedi şoför.İhtiyar arkalara bakındı.Sonra “-İlk defa en önde yolculuk yapacağım .” dedi. “Bizim gibi kalenderler önde oturmaya utanırlar,hep arkada otururlar.”. Ben şoförün arkasında idim. “Bak dayı dedim. “Biz de kalenderiz,hiç sıkılma keyfine bak.”

Otobüste sohbet etmek pek adetim değildir.Kendi halime düşünür,mırıldanır yolu dikkatle inceleyerek,şoförle birlikte sorumluymuşum gibi uyanık kalarak yolculuk yaparım.Ama bu ihtiyarla konuşmalıydım.Çok yaşlı ve tecrübeli görünüyordu. Üstelik o da, şoför ve benim sözlerimden cesaretlenmiş, bizimle konuşmak için fırsat arıyordu.

“-Yeğen dedi. Bağ-kur yirmi iki milyar borç çıkarmış,dün Bozkır’da işlerimi hallettim,bugün de Konya’da Bağ-Kur’a gidip borcumu sildireceğim .” Konya’da beni karşılayacak arkadaşım var.Beni Alakova’da indir olmaz mı?”

“Tamam dayı, sen merak etme.” Dedi şoför. Ben söze girdim. “Şoför unutursa ben hatırlatırım, sen bana köyünden,gördüklerinden yaşadıklarından anlatıver dayı. Ben Gezlevi’liyim. Tepelce’lisin değil mi? Galiba sizin köy buraların en eski köylerinden?”

“-Öyle yeğen, Altıyüz senelik varız.Hatta şu karşı dağdaki kale var ya; (eliyle Zengibar kalesini işaret etmekteydi), onların zamanında bizim köyde gözetleme kulesi varmış.Köyümüz tepede ya,her taraf görünür.

“_Doğrudur, o zaman daha da eski olabilir köyün kuruluşu,onlar yani İsaura’lılar çok çok eski zamanların insanları.” Şoför aynadan bana bakarak sordu.

“- Hocam bizim köyde eski mi o kadar?”

“- Eski olması lazım.Ama net değil.Bir belgeye,kesin bir bilgiye rastlayamadık daha.”

“- Bizim ki de net değil.” Dedi ihtiyar. Ona döndüm.

“-Dayı dedim adın ne? Kusura bakma sormayı unuttum.”

“-Adım Memiş dedi ,seksen iki yaşındayım.Bizim köyde benden büyük üç kişi var.”

“-Maşallah dayı,dinç görünüyorsun, Allah sağlık ve uzun ömürler versin. Memiş adı çok mu sizin köyde?

“-Çok yeğenim çok.Ama şimdilerde başka başka isimler koydular çocuklara,taş,kaya,çiçek gibi.Memiş adı da yavaş yavaş unutuluyor.”

Memiş Dayı çocukluğunu, o zamanları bize şöyle anlatıver desek,kusura bakmazsın değil mi? “

“-Hayır yeğen hayır. Hoşuma bile gider.Dün nüfus müdürlüğüne gitmiştim Bozkır’a.İşimi beş dakikada görüverdiler.Ağlayıverdim oracıkta.Hanım hanımcık bir kızımız; -Amca niye ağladın bir kusur mu işledim dedi.Yok kızım yok dedim.Ben on yedi yaşımdayken de geldim nüfusa.Yani 1942 yılında.Nüfus memuru kahvede oturuyordu.Oyun oynuyordu.Kalkıp işimi yapmadı yarın gel dedi.Ertesi gün gittim yine yarın gel dedi.Ta köyümden nüfusa kadar üç kere gidip geldim.Adam benim işimi bağıra çağıra yaptı.Gençtim. Çok zoruma gitmişti. İşi de yoktu memurun . kahvede oturup duruyordu. O günleri hatırladım da bu gün sizin çabukluğunuz ve kibarlığınız beni duygulandırdı, onun için ağlıyorum.Otur dayı otur dediler,dayıma çay getirin diye bağırdılar.Ama ben çaylarını içmeden çıktım.Oturmadım.neme lazım devletin dairesini meşgul etmemek gerek.”

“- Yani üç kere Bozkır’a mı gidip geldin? Bak şu insafsızlığa!”

“-O zaman nüfus Hoca köyü’ndeydi yeğen, Hocaköyü’ne gidip geldim.” Şoför anlamamış gibi baktı .Açıkladım. “.Hocaköyü Bozkır’ın nahiyesidir. O yıllarda nahiyelerde nüfus daireleri vardı.” Ha dayı dedim dedem söylemişti eskiden Bozkır pazarı şu ilerde söğütlerin oradaki düzlükte kurulurmuş. Hatırlıyor musun?”

“- O düzlük yani Güdürüf’ün Tepelce yanında ki söğütlü çeşmeli düzlük…bizim köye ait. Bu dağın başına kurulurdu Pazar. O zaman Bozkır’da ellik gevurları vardı, yırtım mallarını yani kaputları dokumaları onlar satarlardı.Zahire,hayvan hepsi burada satılırdı.Bir iki sene Hocaköyü’ne kurdular,sonra Sırıstat’a kurmaya başladılar, galiba bin dokuz yüz otuzlarda. Dün Bozkır’da gençlere eskiden buranın adı Sırıstat’tı dedim.Yüzüme baka kaldılar bilmiyorlar.Bin dokuz yüz yirmi sekizlerde Bozkır adını koydular yanılmıyorsam.”

Yöremizin geçmişindeki önemli olayları öğrenmek istiyordum.Gerçi aşağı yukarı biliyordum ama güvenilirliğini test etmek istiyordum.Malum aldığım cevaplar Türkiye’nin Tek parti dönemini yani CHP dönemini anlattığı gibi,demokrasi tarihi açısından da çok önemliydi. Benzeri yazılar çok yazılıp çizilmişti ama,bu anlatılanların yöresel özellikleri de dikkat çekiciydi.Sordum;

“-Dayı kıtlık zamanları neler çektiniz,neler yaşadınız,sizin köy de aç kaldı mı?

“-Kalmaz mı yeğenim kalmaz mı sadece kıtlık olsa…Bir de devlet memurlarının zılgıçları ve eziyetleri vardı.. O yıllarda sana deyiveriyim mi bir çebiç bir liraydı.Ama vergisi 80 kuruştu. Bu yüzden malları devletten kaçırıdık.Tabi jandarma da bu işin peşinde. Bizim akrabaların on beş çebici vardı.Tahtalı’nın orada mavi Boğaz’da malları gizleyecek derin bilinmez koyaklar var.Oraya götürelim,orada bakalım,bulamasınlar diye gizlice yola çıkmışlar.Ama yolda jandarmalar karşılarına çıkıverince, bırakmışlar malları kaçmışlar dağlara…Neden kaçmasınlar yeğenim.Yakalansalar seksen kuruş vergi,seksen kuruşda ceza…Etti mi sana yüz altmış kuruş.Çebici satsan yüz kuruş…

“-Ya dedim.Durakladım.Bizim köyde de tahıl koyağı var dayı.Tahsildarlar tahıl vergisi almaya gelmeden önce tahılların bir kısmını bu koyağa gömdüklerinden o ismi almış diye devam ettim.”

“-Her yerde öyleydi,yeğenim.Vatandaş açlıktan ölecekmiş umurlarında değildi.Harmandan zahirenin yarısını alıp götürürlerdi.Gayri tahsildarın insafına…”

“-Hani,cumhuriyet döneminde öşür kaldırılmıştı.Öşürcüler onda bir alırdı.CHP yönetimi daha mı fazla almaya başladı?..”

“-Ben oralarını bilmem.Gördüklerimi bilirim.Bizim köylü iki kişi eşeklere yükledikleri arpaları gizlice ovadan köye getirirlerken,memurlar yollarını kesmişler.Haydi,dönün sürün eşekleri çumraya demişler.Yalvarma yakarma kar etmemiş.Ta Alibeyköy yaylasından Çumra’ya kadar geri götürmüşler.Yolda yedikleri zılgıçın bini bir para. Çumra’da tahılları depoya dökmüşler.Haydi gidin artık diye gözyaşlarına bakmadan kovmuşlar.Evde çocuklar aç.Hem paralarını hem tahıllarını kaptırmaları pek zorlarına gitmiş.”

“-Neler yediniz kıtlık yıllarında?”

“-Boz armut ekmeği,ısırgan otu,iğnelik otu…Hayvanların yediği her otu denedik yedik.Allah o sene öyle bir iğnelik otu verdi ki …Hayatımızı bu otlar kurtardı Rabbimin izniyle. Anam babam ölmüştü. Üç kardeşin en büyüğü bendim.Hepimiz açtık.Büyüklerden duymuştum.Bazıları Apa’ya gidip orada hizmetçi durup,ücretini arpa olarak alırmış.Ben de gitti Apa’ya… Aman Allah’ım köy odası ağzına dek dolu.Herkes zahire peşinde.Admın birisinin pazarlığını dinledim. (Ağa diyordu,be sana altı ay hizmet edeyim.Ne işin varsa tutayım, sen bana altı havayı arpa ver)…Anlaştılar bu şartlarda.Ben de aynısını söyleyecektim.Komşu köylerden birisi babamın arkadaşıymış,Allah ondan razı olsun,bana dedi ki; “Yeğenim buranın işi ağır olur.Sen zorlanırsın,sen Alibeyhüyüğü’ne git! Orada bedel dur.” Canım o zaman ben pek zayı idim.Açlıktan boynum leylek boynu gibi kalmıştı.Betim benzim sapsarı kim iş verir bana? “-Ama dayı dedim ben Orayı bilmem ki,yolunu sokağını nasıl bulayım?” O zaman bana köşede kucağındaki çocuğu emziren kadını gösterdi. “-O da mı zahire almaya gelmiş ?”dedim.Sen öyle say dedi.Deşirici o.Burdan Alibeyhüyüğüne gidecek.Onun peşine takıl.” Aklıma yatmıştı bu teklif,kadına yaklaştım. “Teyze dedim.Beni de Alibeyhüyüğüne götürür müsün?” “Olur sarı yeğenim,hem bana yoldaş olursun.” Dedi.Sabah yola çıktık.

Akşama doğru Alibeyhüyüğüne geldik.Çok acıkmıştık.En kıyıdaki evlerin kapısını çalıp ekmek su istedik.Kadının birisi el kadar ekmek verdi ve “-Utanmıyormusunuz dilenmeye,birne hizmetçi dursanız da alınterinizle kazansanız ya.” Deyiverdi…Ben “Ben dilenci değilim.Çok açtık.Onun için istedik.Sizin hizmetçiye ihtiyacınız varsa beni alın.” Dedim.Kadın beni şöyle bir süzdü. Evin sahibi birazdan gelecek,onunla konuşursunuz dedi. Yarım saat kadar sonra iki erkek geldi. Bu arada söylemeyi unuttum.Beni yoldaş edinen kadın,burada çobanlık yapan kocasının yanına gitmişti. Kadın gelenlere ; “-Bu çocuk hizmetçi durmak istiyor,bir konuşun bakalım .” diyerek beni gelenlere gösterdi. Şöyle gözleriyle iyice bir süzdüler beni.Demin dediğim gibi canım benim o zaman leylek gibi bir boynum vardı,zayıf bir çocuktum.Yine de bana sordular. “-Ne istersin yeğenim?” “Hizmetçi durmaya geldim.Altı ay hizmet edeyim bana altı havayı arpa verin.” “Demek öyle ha! Sana arpa pahalıya mal olur.Onu köyüne götürmek için eşek de lazım.Ben en iyisi senin hizmetine karşılık elli lira vereyim.” İkinci adam söze karıştı. “-Dur arkadaş,zaten çocuk isteyemedi.Hiç olmazsa altmış lira bari ver,altı aylık hizmetine.” “ Olur hocam “dedi evin sahibi. Meğer diğeri Allah razı olsun,köyün hocasıymış.

Lafı uzatmayım.Altı ay çalıştım.

“- Sen ordayken kardeşlerine kim baktı.”

“-Kim bakacak kendi kendilerini idare ettiler. Benim küçüğüm oğlan bir eşekle yanıma kadar geldi.Ona biraz arpa alıverdim.Yedi buçuk lira da para verdim.Bu şekilde kıt kanaat geçinip gittiler.Altı aydan sonra ağa çağırdı beni yanına .Hizmetimden memnundu anlaşılan. Aynı şartlarda altı ay daha çalış dedi.Kabul ettim.Böyle böyle tam üç sene adamın hizmetini gördüm.”

Bu konuşma esnasında otobüs Alibeyhüyüğü yaylasını Konya’ya doğru hemen geçivermişti. Bak bak dedi şu sağdaki tarlaları üç yıl o çocuk halimle ben ekip biçtim.” Lafa şaka katmak istedim.Üç senenin sonunda evlenip kalaydın burada.. Askere gittim yeğenim.Nasip kader nedir bilirsin.Askerden sonra köyüme döndüm.Çoluk çocuğa karıştık.Seksen iki yaşımdayı hala bağımı kazar soğanımı eker çiftimi sürer kendime bakarım.Amma şimdi başkaları böyle değil. Kimse malına mülküne bakmıyor.Herkes kaymakamın kapısında.Yardım dilenmedeler. Bu kadar da çok yardım verilmez ki yeğenim.Bu işin sonu ne olacak? Geçen gün doktora gittim. Bana dedim şu ilacı yazıver. Tamam ama daha sana ilaç yazmam gerek dedi. Olmaz doktor bey dedim. Ben devletin teleklerini yolmam,bu ilaç bana yeter,zaten herkes tüylerini yolup durmakta…Yarın devletimiz yarasa kuşu gibi çırılçıplak kalırsa… Ne ederiz dedim. Doktor güldü..Kalmaz kalmaz dede …Sen rahat ol diye beni rahatlattı ama…Ben bilirim.Bir gün yarasa kuşu gibi çırılçıplak kalır bu devlet.Çünkü herkes teleklerini,tüylerini yolup durmakta…Yolup durmakta yeğen.

Sisli bir havada vardık Konya'ya.Girişte otobüsten indi.Beni bekleyecekler durakta diyordu ama;ben kimsecikleri göremedim.Otobüs yürüdü.Memiş Dayı ordaki dükkana girdi mi soğukta mı bekledi kimbilir?

Mevlüt Yanar 2007 Güzü.
Gezlevi Kültürü

GEZLEVİ HİKAYELERİ 

        

 KÜKÜRT EKMEĞİ

            Eylül ayının sonlarında bozarmutların altları şenlenirdi.Çocuklar ana babalarıyla hatta eşek ve sığırlarıyla evdeki bütün canlılar tarlalara akın ederlerdi.
Bozarmutlar silkelenir,sepetlere çuvallara doldurulur,irice ve çakılsız boğucu olmayanlardan doyuncaya kadar yenilir, evin yolu tutulurdu.
           Ama bozarmutlar evin içine değil damına çıkarılırdı.Dama çullar serilir,çulun bir köşesine bir tekne,teknenin içine büyükçe ve kalınca bir duvak yerleştirilirdi.Çuvallardaki bozarmutlar bir kenara dökülür ve ütlenirdi.Ütleme ne diye sorarsınız şimdi siz.Tabii siz yeniyetmeler nereden bileceksiniz.Söyleyim bari;armudun sapı ve burnundaki fazla yaprakçıklar ayıklanırdı.

Sonra bozarmutlar teknedeki taşın üstüne seri bir şekilde konulur ve  öteki eldeki tahta tokmak kafasına kafasına indirilirdi.Tekne dövülmüş ezilmiş armutlarla dolunca götürülür çulun bir ucundan itibaren özenle,seyrekçe, incecikçe serilirdi.İnce serilirdi ki çabuk kurusun.Çünkü güz güneşinin hem feri az olur hem de her an yağmur gelmesi ihtimali vardır.

           Kuruyan ezilmiş armudun adı kükürttür artık.Buğdayla çavdarla veya arpayla karıştırılarak  çuvallara doldurulur ,eşeklere yükletilir,ver elini değirmene..
           Değirmenci dayı artık Bülbül emmim midir,Martı Mümün mü,Sert Hasan mı hangisidir bilemem.Değirmen teknesine boşaltılan kükürtlü zahire, şakıldağın verdiği sarsıntıyla yavaş yavaş değirmen taşının boğazına akar,taş uğrun uğrun dönerken alttaki un oluğundan kırmızı  kırmızı  kükürt unu akar ve çuvallara doldurulur.
            Evde  ağaçtan oyma teknede yoğrulan hamurdan açılan yufkalar  sacın üzerinde pişirilip  sıcak sıcak katıksız olarak yenilince  ne hoş bir tad bırakırdı damaklarımızda.İşte şimdi bile  o tadı hatırlayarak yutkunmaya başladım.Kekmiş,pastaymış,baklavaymış bunların tadı kükürt ekmeğinin tadının yanında yapmacık  kalır.

            İddiama inanmadınız mı? O zaman şu olayı hatırlatayım. Yıl kırklı yıllardır.Hadim kaymakamı eğitmen olan dedem rahmetli Ramazan Sakarya'ya misafir gelir.Dedemin önceden haberi yoktur.Evde diri ekmek yani beyaz ekmek olmadığı için sofraya Kaymakam Beyin önüne koyarlar kükürt ekmeğini.Yenilir içilir kalkılır göçülür ,her neyse.Birkaç yıl geçer Kaymakam Bey yine gelir Gezlevi'ye.Dedemin bu defa önceden haberi olmuştur ve Yaycılardan mı Eyiplerden mi diri ekmek istemiştir  kaymakam için.Kaymakam Bey sofraya oturunca kırmızı kükürt ekmeğini göremeyince ;Ben kükürt ekmeği istiyorum, geçen geldiğim de yediğim ekmeğin tadı hala damaklarımda. Kükürt ekmeğiniz yok mu yoksa?der.Dedem ve ebem gülümserler rahatlarlar.Kükürt ekmeklerinin beğenilmesi onlar için önemli bir hatıra olur.

           Bozarmut ağaçlarını kesip odun fiyatına sattık.Onlar bizim kıtlık yıllarında ki dostlarımızdı.Kepeksiz buğday  ekmeği bizi fena kandırdı.Şimdi doktorlar kepekli ekmek yemememizi öneriyorlar.Kükürt ekmeğini tadsalardı mutlaka  onu da tavsiye ederlerdi.Kıraç tarlalarımızın boz armut ağaçlarıyla bozumsu yeşile boyandığını görmek doğayı ve bizleri nasıl da mutlu edecek,nasıl kurtlara kuşlara ,insanlara meyvelerini sunmalarından etkilenmeyeceğiz.

           Sofu Ekinliğinde gür boz armutlar varmış.Kükürt çok kıymetli o yıllarda.Bir ayı dadanmış armutları yiyip bitiriyor.
- Bekleyelim, ayıya yedirmeyelim armudumuzu kararı alınır ve ilgililerin en cesuru ilk gün bekçiliği için  en büyük armut ağacının başına çıkarak  göreve başlar.Yatsı sonlarında ayı gümürdene gümürdene gelir. Bekçimiz titremekte.
İçinden -Ah bu ağaca gelmese, ah beni görmese. diye dualar etmekte.Ama ayı bu Armudun iyisini  bilmez mi? Dosdoğru o ağaca yönelir ve bir hamlede ağaca çıkar,çatına oturur ve armutları koparıp kurtlu mu kurtsuz mu diye muayene ederek yemeye başlar.Bizim cesur bekçinin nerdeyse kalbi duracak,nefes bile almıyor ayı duymasın diye. Ayı biraz daha yükseğe çıkar,bir armut koparır ve yukarıya doğru ay ışığına tutar.Bekçimiz kendine ikram edildiğini sanır ve korkuyla -Ben yemem  diye bağırır.Ayı boştadır,bu sesten ödü sıdar ve paldır küldür aşağıya düşer,ölür.
Sabahleyin diğer armut sahipleri gelince adamı tebrik ederler kucaklarlar.Vay benim gara yiğenim  der  büyük amcaları.Ama  adam olanı biteni anlatmazsa çatlayacak.Birkaç ay sonra anlatıverir her şeyi.

         Sizi bilmem ama ben küçücük tarlamın birinde iyi cins bir bozarmut yetiştireceğim ve Allah ömür verirse kükürt ekmeği de yapacağım.. Mevlüt YANAR
 

NOT : Kükürt Ekmeği için bu kültürle ilgili son neslin renginden dolayı Çürük Ekmek dediğini eklemek İstiyorum. Mevlüt Bey arzuna ben de katılıyorum.Olsa da sıcacık türüm türüm yesek ne hoş olur.Teşekkürler.Ömer BAYRAM

                                                                          

        
                                                     Yazan ve derleyen;Mevlüt Yanar
                                                             Anlatan;Rahmetli Emine Tuğlu

Yahı Bizim Oğlan Köpeklerin Gurdola

Gezlevi'de yöreyi  İslamlaştırıp Türkleştiren alperenlerden Gurt Musa,Dedemköyü!ndeki Seyit Bayram Veli ile kardeştir.Horasandan bu görevle Anadolu'ya gönderilmişlerdir.Devir muhtemelen Alaaddin Keykubad  devri olup  yöre yeni fethedilmiştir.

Alperenler halka yük olmayıp kendileri bizzat tarım,zanaat ve ticaretle de uğraşırlardı.Kurt Musa ile Seyit Bayram Veli'de tarımla uğraşmaktadırlar.
Kurt Musa'nın Kayardı  Suyungözü mıntıkasında arazileri mevcuttur. Çardağının duvar yıkıntılarını  o yöreye gezmeye gelenlere  bu hikayeyi anlatarak gösterirler.
Dedemköyü'ndeki Seyit Bayram Veli Hazretleri  ineklerini zaman zaman Çatak Boğazına  hatta Suyungözüne otlamaları için sürdürmekte;.Tabii ki Kurt Musa'nın arazilerine de zarar vermektedirler.

Kurt Musa  ağabeyine;
- Ağa ineklerini Suyungözüne ağdırma.Emeklerime yazık ediyorlar.Ekinimi otumu yiyorlar diye sık sık şikayet edermiş.Ama ne hikmetse Seyit Bayram Veli hazretleri bu şikayetleri yeterince dikkate almazmış.
Bir gün yine şikayette bulunmuş Kurt Musa;
-Ağa o  gadar tembiy ittim,bir türlü ineklerine sahap olmadın.Bak köpeklerime emir vereceğim,ala ineğini yedirip derisini gara ineğiyin sırtında gönderteceğim ha demiş.
Seyit Bayram Veli kendinden emin,kardeşinin böyle bir gücünün olabileceğine ihtimal vermez.
-Tamam bizim oğlan der.Elinden geleni yap.

Ertesi gün inekler tekrar Kurt Musa'nın arazisine girince ,o da gönderir köpeklerini.Köpekler ala ineği parçalayıp yerler,kara ineğin sırtına derisini atarlar.Akşam Kara inek Dedemköyü'ne tek döner.Seyit Bayram Veli,ala ineğin derisini kara ineğin üstünde görünce durumu anlar ve şöyle der;
-Yahı bizim oğlan köpeklerin gurd ola da dağlara çıka.
İşte  kurtlar böylece köpekten türemişler.

Hikayeyi anlatan Rahmetli Emine Tuğlu.

Kurt Musa'nın mezarı Eski mezarın çıkışında yolun hemen altında solundadır.Dedemköylüler sizin köyde evliya bizim köydekinden daha çok ama siz bildiğiniz yok derlermiş.
Hikayede anlatılanlar evliyalara yakışacak davranışlar değil ama böyle bir anlatım belki de 700 yıldan beri sürüp gelmektedir.
Allah onlara ve geçmişlerimize rahmet eylesin.

Gezlevi de ve yakın çevrede Seyit Bayram Veli'ye çok büyük hürmet gösterilmektedir.Şunu hiç unutmam küçükken ayağım taşa takılmış,sendelemiştim.Yüzü koyun düşmek üzereyken anam-Yetiş Bayram Seyidi dedem diye haykırmıştı.Bu sözü eskiden sık duyardık ama şimdilerde unutuldu.
Seyid Bayram Veli'nin türbesi Dedemköyünün karşısında Katran ormanının eteklerindeki köy mezarlığındadır.

                                                                                        

                                                            Yazan;Mevlüt Yanar
                                                                Araştırmacı yazar

Estik Testik Buraya Gestik.
(Hikaye tahminen 1910-1922 yılları arasında yaşanmıştır.
Anlatan rahmetli Hatice Çatak)

İnbaşı Obasında goca ıçardağın bitişiğindeki yayla evünde gadınnar düğün itmekte tirki tepsi çalıp oynuyup eğlenmektelerimiş.Köyün herifleri nereye gittiyidi nebiliyin yaylada hiç erkek yoğumuş.
Yayla evünün gapısına zebella gibi bir adam gerilmiş.İki eli gapının iki yanında sövelere dayalı.Adam gocaman mı gocaman, saç baş garışmış,gıllı gıpcıklı biri.Gadınnar gorkmuşlar bişiy diyememişler.Amma içlerinde osmannı biri varımış öğe çıkmış;
-Ne isten dayı? Kimsin sen diye sormuş.
Adam,
-Estik tesdik buraya gestik dimiş.
Anlayamamışlar.Biribirlerine bakışmışlar.Yeniden sormuş gadın
-Anlayamadık dayı ne dirsin ne istersin?
O da gine aynısını dimiş.
-Esdik tesdik buraya gesdik.
Gadının biri

-Ay gonşular dimiş bu adam  dilimizi anlamıyoru.Gevur heralda?
Diğerleri
-Heyye gevurumuş.Gevurun ne işi var ta buralarda dimişler.
Osmannı garı
-Durun hele dimiş.Bu adam heralda gezdik tozduk buraya geldik dimekte,başka laf bilmiyyoru ellalem.Açdır bu,buna ekmek getirin yoğurt getirin.

Bir sahın yoğurt gatıviri birisi ,bir büküm de ekmek goyuveriler ıçardağın yanına .Adam siler süpürü herşiyi.Sonura da gider.
Yarındası günü gadınnar köye gidelleriken adamı zırlak daşların üzerinde oturu bulullar.Birinin elinde bir çölmek ağız vardır.O ağzı virir adama .Adam hepisini içer bitiri.
Başka hiçbir kimse  o günden sonura o adamı görmemiş.Kimidi ne biliyin?


Hikaye  Gezlevi aksanıyla yazılmıştır.Ancak sağır  n  leri gösterme imkanı olmadığından  tam olarak verilememiştir.Gezlevi aksanında; sonra , gonşu,isten,anlamak gibi kelimelerdeki  n  harfleri sağırdır.

 



Gezlevi Konya ili Hadim ilçesine bağlı Korualan Kasabasının eski,orijinal adıdır.Bu anlatılan hikayeler uydurma değil gerçek hikayelerdir.Halk tahayyülünde gerçeküstü nitelikler kazanmış  olmasına rağmen  yer gösterilerek anlatılması da gerçekliğinin delilidir.
                                                                                  Mevlüt Yanar
Gıllıbicik (Dağ adamı)

Zamanını tam tespit edemediğimiz yıllarda Gezlevi az nüfuslu küçücük bir köydür.Halk ilkbaharda yaylaya çıkmakta ve Ağustos ayında köye dönmektedir.Çevre ormanlıktır.İnsanlar birbirlerine çok muhtaç olup hep beraber hareket etmektedirler.

Bir ilkbahar günü tellal çağrılıp ertesi günü yayla göçünün olacağı duyurulmasın mı?
Herkeste bir telaş bir telaş.Pılıpırtı toplanır denkler hazırlanır evdeki her şey yaylaya götürülecektir.Zaten  evlerde çul döşek yorgan kap kacak mevcuttur.

Sabahleyin göçünü saran düşer yollara.
Ama Belen Pınarının üst tarafında oturan bir aile  köyde kalakalır. Çünkü un çuvalları bomboştur.Zamanında değirmene gidilememiştir. Köyde değirmen de yoktur.Artık Dedemköy'üne mi gidilecektir Soğlaya mı bilemem
.
-Ne yapsak bilmem ki der evin herifi.Sesi ikircikli ve korkuludur.
Değirmene gitmem şart,amma velakin sizi köyde yapayalnız bırakmak doğru olur mu?
Ellerini böğrüne dayamış alnını kırıştırmış tasalı tasalı bakınmaktadır.
-Ne yapalım herif der karısı;bir gece değil mi ben guzuma sarılır yatarım.Çırayı bile yakmam,kimseye açmam kapıyı.

Karısının cesareti adamı da cesaretlendirir. Eşeğine zahireyi yükler  düşer yola. Karısı kucağında bebeği, kocasının  arkasından bakar ,içinde bir sıkıntı vardır Hüzünlüdür olacaklar içine mi doğmuştur ne?

Evinin çevresinde güneş uçuncaya kadar dürtünür,
Sonra girer evine kapıları kapatır.Pencere yerine küçük yuvarlak bir delikten içeriye giren ışık yavaş yavaş solmaktadır.Kararır bir müddet sonra.Kadın  ekmek kurularını ağzında çiğneyip gevüş yapmakta ve çocuğunu doyurarak yatmaya hazırlanmaktadır.Çocuk arasıra huysuzlanmakta ağlamaktadır.Kadın korkuyla ;
-Sus yavrum sus guzum goca köyde yalnız galdık .Sesini çıkarma guzum diye korkulu endişeli bir sesle onu susturmaya uyutmaya çalışmaktadır.

-Guzum ay guzum sussana.Anacığını üzmesene korkutmasana. Bak buban değirmene gitti.Zabaha ancak gelir.Nen nen nen.Goca köyde yapyalnızız nen nen nen.

-;İşte ben de varına.Sessizlik.Ana kulak kesilir.Az sonra tekrar;
-İşte bende varına.Ses dışardan gelmekte ..Kaba korkunç ve vahşi& Ana çocuğunu bağrına basar.Tiril tiril titremekredir.

Daha önceden Gıllıbicik  hikayeleri dinlemiş onların ne vahşi olduklarını öğrenmiştir.
Gıllıbicikler dağlarda yaşamakta, iri yarı vücutları bir ayı gibi kıllı,bicikleri yani memeleri aşağıya doğru sarkan garip korkunç yaratıklardır.Hatta yürümelerini kolaylaştırmak için biciklerini omuzlarından arkaya  atıatıvermektedirler.

-Gadın aç gapıyı.Yalınız olduğunu biliyoruyun.Açmazsan gırarım ha. Ses yok .Ananın gözyaşları korkulu gözlerinden bir sicim gibi siyim siyim akmakta.Cevap vermeye takati yok korkudan sesi de çıkmıyor.
Kendi kendine; açmak zorundayım, iyice kızdırmayayım,belki bir çare bulur kaçarım diye düşünür.Kalkar kapı arkasında küsük görevi yapan ağaç dorusunu çeker,kapı ardına kadar hızla açılır.

Gıllıbicik
-İyiki açtın.Ben açlıktan ölüyoruyun.Çapık yiyecek bir şeyler getir diye homurdanır.Gadın - -
-Evde birşiycik yok diyerek ellerini avuçlarını ovalar Gider çocuğunu köşeye beşiğine  yatırır.Bu sırada Gıllıbicik ekmek kırıntılarını görür.
 -Şunnarı getir  bana .Bana onnarda yiter  diyerek kuru ekmek ufaklarını yemeye başlar.
Kadın bu arada
-Bana müsaade et.Dışarı çıkmam ilazım  diyerek ocaktaki ıbrığı alarak kapıya yönelir.
Gıllıbicik
-Gaçarsın amma der
-Yok gaçmam istersen bağla.

Gıllıbicik kadını belinden sımsıkı bağlar ipin ucundan tutarak haydı git bakıyın der
Kadın helaya gider ipi çözer ıbrığa veya bir direğe bağlar.Hela dışarıda ağaç dallarıyla yapılmış,  giriş kapısı önündeki balkonumsu çıkıntıdadır.Hemen altta ekinler adam boyunu geçmiş durumdadır.Kadın kendini attırıverir ekinlerin içine  sessizce beklemeye başlar Zifiri karanlıktır.Biraz sonra dağadamı çıkar dışarıya bağırır.

-Gelin gel, gelmezsen bak neler yaparım.
Çıt yok.Tekrar ünü yettiğince  öfkeyle bağırır dağ adamı
-Gelin gel dedim sana. Bak evini ocağını yakarım ha.

Çıt yok yine.Dağadamı evin çevresini el yordamıyla aramaya başlar.Saatlerce aranır taranır.Bulamaz Şafak sökmektedir.Birkaç saate kadının kocası dönecektir.Bu sırada içerden çocuk ağlamaya başlar.Gıllıbicik gözleri çakmak çakmak aklına yeni gelen şeytani fikirle eve dalar.Beşiği evin önündeki toprak alçak dama getirir.Öfkeli iğrenç bir sesle tekrar tekrar
Bağırmaya başlar.

-Gelin,gelin gel.Gelmezsen bak çocuğunu yakacağım.
Kadının ciğerleri sızım sızım sızlar.Bu sızı tüm vücuduna yayılır.Gözleri burnu yaşarır.Ne yapacağını şaşırır.Çıksa mı acaba meydana.Yoksa&yoksa& Çıksamda çıkmasamda bu bize hayretmez der.Çıkarsam hem beni hem çocuğumu mahvedecek.Güvenilmez buna güvenilmez  diyerek için için kendini yer ama ne çare..
Hava aydınlanmaya .Gıllıbicik korkmaya başlamıştır.
-Gelin geeel Son kere söylüyoruyun.Çocuğunu yakacağım bak.


Birkaç saniye sessizlik.Artık karşıda çandır ormanı fark edilmekte.Çevredeki evlerde sanki insan varmış gibi, korkusu gıllıbiciğin içine dolmaktadır. Beşiğin altına kuru meşe ve köknar yapraklarını doldurur,kavını ve çakmak taşını çıkararır.Çat,çat.Kadının yüreği çakmak taşından beter yanmakta.Çat çat.Hafif bir kav kokusu,Hafif bir duman..Sonra alevlerin çevreyi dalgalı ve sallantılı aydınlatması.Sessizlik.Aman Allah'ım  bu da ne .Bu çığlık bu haykırı.Küçücük bebe nasıl bu kadar bağırabilir.Ana soluksuz ekinlerin içinde.Sanki baygın.Nefes alamıyor.Kıpırdayamıyor. Çevreye bir yanık et kokusu yayılıyor.

Sonra

Gıllıbicik öfkeli bir şekilde gümürdene gümürdene  ormana dalar gider.Kadın onun gittiğinden emin oluncaya kadar bekler.Güneş doğmuştur. Sıçrayarak  yavrusuna koşar Beşiğin iki başı sağlam orta kısmı kül olmuş.Kadın yavrusunun küllerini yüzüne gözüne sürer ,çığlıklar atar hıçkırır.Yavrusunun bir elini bulur sadece bu eli yanmamıştır. Taktığı mavi boncuklar ateşin etkisiyle bozulmuşlarsa da hala bileğindedir.Öper koklar Bağrına basar.
-Gara yillere gireydim de bu günneri görmüyüdüm yavrum  diye inler..Bayılır.
Biraz sonra değirmenden kocası gelir.Önce bir şeyler anlayamaz.Yanmış beşiğe,baygın karısına bakar. Karısının  göğsünde yavrusunun yanık elini görür.

-Vay anam der vay anam.Neler gelmiş başımıza vay anam.Karısını ve çocuğunun bir elini kucaklar ve onları yanına uzanır.

Olayın Belen Mahallesinde bugünkü mescidin hemen üest yanında hofluların evini yerinde bulunan eski evde meydana geldiği anlatılır. Olayın değişik anlatımları varsa onları da kayda geçirmeliyiz.Çünkü  bu hikayelerin televizyon karşısında direnme  güçleri yoktur. Hikayenin filme alınması ve filmin Gezlevi'de çekilmesi fikri gerçekleşir mi acaba?

Mevlüt Yanar                                                               
Araştırmacı yazar.
14. 10.2006

Teşekkürler Sayın Mevlüt YANAR

GEZLEVİ KELİMELERİ 

Alabula=Baştan savma (Bulaşıkları alabula yıkamışşın.)
Alaca=Çizgili pamuklu kumaş
Alalı bulalı= Rengarenk
Arıbeği:Kraliçe arı
arkasında havuz gibi su toplanan set
Aş = Pilav,yemek
Ay = Dünyanın uydusu,senenin onikide biri,seslenme edatı (Ay cice,ay öğretmenim)
Bağır =Sine göğüs
Basdırma = Meşe yapraklarının karlı günlerde hayvanlara yedirilmesi için güzün kesilip dallarıyla üstüste yığılması (Basdırmayı götür git,geçilerine yedirirsin)
Basma = Biçilen otların kuruması için dikdötrgen şeklinde oluşturulan öbek (Ot yoğumuş canım,dörtceğiz basma oldu.),Pamuklu bir çeşit dokuma.(Gız getir bakalım ağayın aldığı basmayı.)
Bend = Suları arklara çevirmek için yapılan set
Bicik:Meme
Bişşek:Tulukta yoğurdu dövmeye yarayan ucunda delikli tekerleğe benzeyen kısmı bulunan uzunca sopa.
Böğet = " " " veya yüzmek için
Böğür = Yan karın boşluğu.(Böğrüme bir vurdu,öleceğim sandım.)
Bunar:(n harfi sağırdır) Çeşme
Bük (Büküntü):Viraj,kıvrım.
Curba:Üzüm küsbesi
Çaylak:Yaş ve genç meşelerden eylenen odun.
Çen çen çenilemek=Bir büyüğe karşı saygısızca alay edercesine karşılık vermek
Çiğin:Omuz
Çoka=Tarlaların taşının toplanıp yığıldığı taş çakıl öbeği
Çöğür:Kuşburnu çalısı
Dağar= Üzüm şırasının doldurulduğu büyük küp.
Dasdar = Baş örtüsü
Değirmi=Yuvarlak
Dekecik:Her yıl 9-10 kasım günleri teke katımı dolayısıyla akşamları kapı kapı dolaşılarak,bir sopaya dizilmiş çanları çalarak,maniler söyleyerek yiyecek toplama ve bunları yeme şenliği.(Bildiğim kadarıyla size dekeciği uzun uzun anlatacağım.)
Dıkı = Az
Dıkıcık = Azıcık
Dıkım = Az,lokma (Bir dıkım yemedi,çok hasta.)
Dışarı gitmek:Helaya gitmek anlamı da taşır.
Doma = Toprak damlı evlerde çelenlerin düşmemesi için kullanılan L şeklindeki ağaç dalı.
Duzlugara:Islatılmış nohudun ters çevrilmiş ekmek sacı üzerinde tulu olarak kavrulmasıyla elde edilen çerez.
Elikesik:Dalları kesilmiş sadece gövdesi kalmış ağaç.
Ellelem:(Arapçadaki Allhüağlem=Allah bilir deyiminden bozulmuş olabilir.) herhalde, galiba anlamlarında kullanılır.
Erekmeği = Sahur yemeği
Erekmeği:Sahur
Gabağaç:Meşe
Garaman daşı;Ateşte ısıtılmış karartılmış taşla gece oynanan bir oyun.
Gavut:Kavrulmuş tahıllar ve nohutun öğütülmesiyle elde edilen bir kış yiyeceği.Genellikle pekmezle karıştırılarak yenilir.(Ağzında gavut mu basılı gonuşsana!)
Gayış atma:Düğen sürerken boyunduruk kayışını güçlü olan öküzden tarafa geçirme.Yükü başkasına atma.
Gedeve:Arklardan tarla ve bahçelere su ulaştırmak için açılan gedik
Gerpelit.Palamutları uzun ve tatlı olan pelit.Meşe çeşidi.
Gıllıbicik:Gezlevi efsanalerinde halkı ve bilhassa kadınları rahatsız eden iri,çirkin,kıllı,bicikleri sarkan,rahat yürümek için biciklerini omuzlarından arkaya atan yaratık.Dağ adamı.
Gilik: Çok ufak(Genellikle patetes için kullnılır)
Goyak:Küçük sulu veye susuz vadicik.
Goza:Çam,köknar kozalağı
Gökgevur: Tam gevur
Gömeç:Bal peteği (Bilhassa kütük kovanlarda)
Göynek:İç çamaşırı,atlet.
Haba:Yünden yapılmış kazak ceket arası giysi.
Hakır hakır gülmek=Kahkahalar atarak gülmek
Hale:Hela
Hevenk:Bağbozumunda bazı üzüm salkımlarını dalında sonradan yemek için bırakma.
Horzan:Erkek arı
Huddu:Çok küçük toprak çömlek.
Hümermek:Süsecek öküzler gibi yan yan bakmak
Iltar: Çul ve Çuval dokunan kıl ip parçası
İlanbıçağı.İlkbaharda yeşeren geniş yapraklı hayvanların yemediği bir ot.(İlanbıçağı aşını yerken çinnemeyeceksin ha!Yogusa dilini burar)
İlki:Henüz ağaç olamamış meşe ağaççıkları.
İnecek=Merdiven
İşlik:Gömlek.
Kekre:Olgunlaşmamış ekşi
Kömbe:Somun ekmek
Maşat:Dini sorumluluğu olmayan düşük vesaire ceninlerin bırakıldığı çokanın bulunduğu alan.Şimdi garaj ile belen arasında kalan mıntıka.
Mısmıl=Özenle
Muharı:Baca
Mühlüm:Bal peteklerinde bulunan çiçek tozu.
Müzmağıl etmek:Çok kötü duruma getirmek.
Nahıl:Nasıl
Pılıpırtı=Eşyaların ekserisi
Pırtı=Ev eşyası
Poduk:Deve yavrusu
Pür:Köknar,ladin,çam gibi iğne yapraklıların yapraklı dalları
Savak:Büyük ve önemli gedeve
Selbes,eni,çilçöp,dokuz kiremit:Özel kuralları olan taş oyunları.Top yok iken herkes bu oyunları oynardı.
Sırt:Vücudun iki omuz arası,bele doğru olan kısım.Çamaşır.
Sokak:Evlerin girişideki genişçe alan.Sofa ,antre.
Söbü: Elps şeklinde
Su dökmek:Tuvalet ihtiyacını gidermek.(Büyük ve küçük)
Susam:Zambak
Sümbül:Kardelen
Sümeye=Boşuna
Tımlı: Sapı olmayan bıçak
Tirki: Küçük yemek tepsisi
Tuluk:Keçi derisinden yapılan ayran veya su,pekmez kabı.
Turfan:Topraktan yapılmış yoğurttan ayran yapmaya mahsus bir deliği bulunan geniş ağızlı büyük testi.
Tütmek:Kokmak.(Gezlevi de genellikle kötü kokular kokarlar,iyi kokularki bunlara tütü denir,türül türül tüterler) Hafif hafif duman çıkarmak.Bacası tütüyor gibi.
Ülüya: Öyleya, değil mi?
Yannık:Oğlak derisinden yapılan ayran veya su kabı
Yantırı: Yamuk eğri konumunda olan
Yassı:Geniş ve düz.
Yassılmak:Kaçmak ,toz olmak.Yaslanmak.
Zevle:Çift veya düğen sürerken öküzlerin bonuna boyundurukları bağlamak için kullanılan yay şeklinde bir ucu budaklı,bir ucunda ıltarla bağlamak için çentik açılmış ağaç dalı

Zılmak: Uzaklaşmak, gözden koybolmak

Çelebi:Geline göre kocanın erkek kardeşi.Kayın
Böyükana:Amcanın hanımı
Yüklü:Hamile
Vurgun:Aşık
Müzmağıl:Periperişan
Yanıgara:Sebze ve meyvelerin yanlarında görülen renk değişikliğiyle tanımlanan hastalık
Boğuk:Meyve ağaçları ve sebzelerde meyvenin yetersiz besin nedeniyle büyüyememesi
Alarmak:Kirazların kızarmaya başlaması
Ermek:Tarım ürünlerinin olgunlaşması
Bıngıldak:Bebeklerin başlarının ön kısmında henüz kemikleşmemiş yumuşak kısım
Aydaş:Aynı ayda doğanlarda görülen ishal ve zayıflık haliyle tanınan hastalık
Sökel:İshal
Hıra:Çok zayıf
Salalık:Bebeklere takılan önlük
Tellik:Başa giyilen kenarlıksız giysi
Gabara:Kundura altlarında kaymayı önleyen çivilerden her biri
Gatir:Topaçtan daha büyük ve kırbaçla çevrilen oyuncak
Çingil:Küçük üzüm salkımı
Esiranı:Teknede hamur sıyırmaya yarayan üçgen şeklindeki demir alet
Sinne:Hayvanlara yük yüklemek için urganın özel bir hazırlanış şekli
Gocacık:Semerlerin ön ve arka kısımlarında urganların takılmasi için hazırlanmış çengelimsi ağaç çıkıntı
Büzme paça:Lastikle büzülmüş paça
Çalma don:Pantolon paçasına benzer paçalı don.
Büre:Pire
Keseğen:Gelincik (hayvan)
Kelten:Kertenkele
Gosmar:Keler
Keleni:Kırlarda yaşayan ekinlere zarar veren büyükçe fareye benzeyen memeli hayvan
Ütme:1.Buğday gibi başaklı bitkilerin başaklarını ateşte tutarak tanelerini kavurmak.2.Oyunda yenmek.3.Kelleyi ateşe tutarak kıllarını temizlemek
Keşik:Sığır davar gibi hayvanların sırayla güdülmesi (Otlatılması)  Bahçelerin sırayla sulanması
Değişik:Komşuların sağdıkları sütleri belli ölçme usulleri ile birbirlerine vermeleri
Süt çöpleme:Değişikle birbirlerine verdikleri sütün bir müddet sonra aynı kaplar ve süt çöpleri kullanılarak ölçülmesi ve herkesin eşit miktarda süt almasını sağlayan sistem.
Bostan:Salatalık
Akıda: Çok kıvamlı pekmez.
Curba:Üzüm küspesi
Gillik:Küçük yuvarlak şey.Kiraz,ardıç gilliği veya koyun gilliği gibi
Mayıs.Cıvık hayvan boku
Döküntü:Oğlak ve kuzu sürüsü.Her ailenin birkaç kuzu ve oğlağının toplanmasıyla oluşur.
Tebelleş.Birisini istemediği halde işinden alıkoymak ona sataşmak,bela olmak
Likirdemek:Yerinde duramamak,sürekli hareket etmek
Süygün:Filiz
Sölpük.Çok yorulmuş,güçsüz
Sarılmak:Kucaklamak,sevişmek
Çekme ekmeği:Buğdaydan yarma yaparken oluşan undan yapılan ekmek
Helke:Madeni ve saplı  süt su kabı
Huddu:Küçücük toprak yoğurt kabı
Kile:Zahire ölçüm kabı. Yaklaşık 4 kğ.lık.
Batman:Pekmez ve ayran gibi sıvıların ölçüldüğü kap.Yaklaşık 12  litreliktir.
Yanık:Oğlak derisinden yapılan sıvı kabı
Tuluk:Keçi derisinden yapılan yayık ve sıvı kabı
Şeytanlık:Evlerde yüklüğün yanına gizlenmiş banyo yapmaya yarayan dolabımsı yer
Çengsi:Bozuk tad.Gövermiş bozulmuş patates tadı
Kekre:Bozuk tad.Kekre otu tadında.
Buruk:Bozuk tad.Yılan bıçağı aşı tadı
Hesilemek.Nefes nefese kalmaK
Çileşmek:Çiselemek
Çilemek:Tohumu uygun şekilde serpmek
Civciklemek:Bir şeyi çöp veya sivri bir şeyle oynamak deşelemek
Büllü:Tavuk serçe vs yavrusu
Ismarıç:Sipariş
Külçe:Arifelerde yapılan iki göde (Kalın) ekmeğin arasına pekmez ve unla yapılmış kıvamlı tatlının  sürülmesiyle yapılan özel yiyecek.
Öyme:Ekmek kırıntılarının yağ ve yumurta ile ateş üzerinde karıştırılarak yapılan yiyecek
Boğarsak:İneklerin çiftleşme zamanı
Mavsuk:Kedilerin çiftleşme dönemlerinde ki hali
Yanal:  Yüzü kulakları Kumral keçi
Gerce :Kulakları kır olan keçi
Sekili:Ayakları beyaz siyah keçi
Sakar Alnı siyah beyaz keçi ve sığır
Çomu:Kulakları küçük ve başa yakın keçi
Gabış:Boynuzsuz keçi koyun sığır
Gonur:Kumral renkli sığır
Gökülü:Gözleri ve baş kılları mavimsi keçi
Çalgıç:Karamık çalısından yapılan büyük ve uzun süpürge
Çalgıçlama:Süpürme (Çalgıçla)
Yağrın: Omuzdan aşağısı bele kadar
İmanevi:Göğüs  sine
Bakla:Fasülye
Akbakla:Kuru fasülye
Abdal baklası:bakla
Babılcan:Domates
Gara babılcan:Patlıcan
Garagilik:Ekin tarlalarında birlikte yetişen siyah yuvarlak taneleri olan tahılın kalite ve tadını bozan bitki
Göremez:Çavdar ve Buğday karışığı zahire
Zehre:Tahıl
Dağar:Büyük üzüm şırası kabı (Topraktan)
Ülük:Ibrıkların suyu az miktarda akıtması için yapılmış dar delikli çıkıntı
Bülük:Çocuk cinsel organı
Susak :Tahta su içme kabı
Daldız:Yuvarlak kovan yapmak için ağaçların içini oymaya yarayan uzun saplı kavisli kesim yeri bulunan araç
Kümük:Sapı ve ağzı kırılmış toprak yağ kabı.Kısa boylu
Ümük:Boğaz
Yağlık:1.Mendil 2.Yumruları yenilen bir çeşit ot
Osurgan:Yumruları yenilen bir çeşit ot
İletir:Yeraltındaki yumruları yenilen bşr çeşit ot
Cığışkan:Taze yaprakları yenilen ot
Cığıştı:hafif rüzgar yaprak kuru ot sesi
Gıbıştı:Kıpırtı
Belermek:Gözlerini iri iri açarak korkutmak için öfkelice veya şoktaymış gibi bakmak
Yüzünden zift damlamak:Suratı asık olmak
Bellemek:1:Öğrenmek 2.Aşık olmak
Göt döşeği Minder
Harar:Büyük çuval
Zağar:İşsiz güçsüz gezinen.Köpek
Mesmet.Ekmek tahtası
Nelik netelik:Lazım olacak diye saklanan
Bulgurcuk.Küçücük dolu yağışı
Topla:Patates ve şalgamın  kabuklu olarak haşlanması
Zırlak:Pütürsüz,kaygan
Gövelek.Sığırları rahatsız eden yaz sineği Armut gibi ağaçlardaki asalak ökse otu
Guyrukölü:Akrep
Böcü:Böcek
Bise:Ağaçlardan elde edilen hastalık tedavisinde kullanılan katı katranımsı madde
Gatran:Katran ardıcından elde edilen uyuz gibi hastalıkları geçiren kıvamlı siyah sıvı
Gırıntı:Çerez
Çerez:Leblebi
Yüz kömbesi:Rumi takvime göre kasımın yüzüncü günü ocakta külde pişirilen büyük yuvarlak somun ekmek. Tahminen miladi şubat ayı yimisine tekabül edebilir.
Ataşlı esgi:Ucunda ateş olan odun parçası
Ölçermek:Ocakta yanan odunların daha iyi yanması için düzeltilmesi
Odun vurmak:Sobayı yakmak odun ilave etmek
Kümpül vurmak:Ocağa patates pişirmek için tencereyi  içinde patatesle birlikte koymak
Atlamak:Sıçrayıp geçmek.Soymak
Köş:Balkon
Örtme:Direkler üzerine yapılmış damla örtülen hayvan barınağı
Sayacak:Tencere koymak için yapılmış üç ayaklı demir araç
Yuvak:Toprak damlarda kullanılan ağaçtan büyük merdane
Eğme:Yuvakları çekmek için iki tahta halkanın uygun bir kavisli agaç dalıyla birleştirilmiş hali
Yuvma:merdaneleme
Kürüme:Kar ve toprağı bir yerden kürekle uzaklaştırma
Yayasa:Küçük yere yakın duran büyüyememiş meşe ağacı
Elikesik:Dalları kesilmiş sadece alt gövdesi kalmış ağaç
Doru:Ağaçların zirvesine uzanan düz  ve biçimli  kolları veya  yerden yükselen ev örtmeye direk yapmaya uygun ağaç
Toğ:Ağaçların zirve kısımları
Cezir:havuç
Cıvlak:Saçsız,ormansız
Hıkgık:Hıçkırık



                                   Boncuk   

(Mevlüt Yanar'dan 5-10 yaş grubuna yönelik çocuk hikayesi)

Şıp diye damladım. Çok şaşırdım. Birdenbire maviye dönüşmüştüm.
Sağa sola aktım.” Aman Allah’ım neredeyim ben?”
Kapı açıldı. Küçük sevimli bir kız masaya yaklaştı.
-“Aa!  Yine su damlamış defterime” diye söylendi. Defteri aldı;
yanan sobaya doğru tuttu.Isıya dayanamadım.
“- Ama ben buhar olacağım. Oysa seninle konuşmak istiyorum.”
Küçük güzel kız şaşırdı. çevresine bakındı.Kimdi bu konuşan? Defterine baktı.
-“ Ay” dedi.” Ne güzel bir lekecik. Bir çiçek gibi.Mavi bir çiçek…”
-“Teşekkür ederim. Benim adım boncuk.Su damlasıyım.Ama birden masmavi oldum.Nerdeyim ben?
- Ne güzel ! Benimle konuşuyorsun.Burası bizim evimiz.Ben öğrenciyim. Adım Zehra.Ders çalışıyorum.Sen defterime damlamışsın.Yazı çalışması yapıyordum.Yazı bozulmuş ama…çok güzel bir çiçek resmi ortaya çıkmış. Sağol.
-Ama diğer su damlaları nerde? Nerde kardeşlerim.Tombak, Yumbak, Cumbak, Oncuk ,Toncuk,Gülcük Selcik nerdeler?
-Bizim çatıda kiremitlerimiz kırık.Her yağmurda damımız akar.Sen bize misafir geldin.
-Ay , çok sıcak buharlaşıyorum.Haydi hoşça kal gidiyorum.
 
Defterdeki çiçeğimsi leke kurumuştu. Küçük güzel kız beni duyabilmek için nefesini tuttu. Ama nafile.
-Keşke biraz daha konuşabilseydim. Ne tatlı sesi vardı. Şırıl şırıl akıyordu sanki.dedi
Ama ben buharlaşınca konuşamazdım.Ancak suya dönüşünce ağzım ve dilim oluyordu.
Pencerenin aralığından süzülüp dışarıya çıktım.Sokaklarda renkleri bulanmış,kirlenmiş birçok su damlası vardı.Birleşmişler ve aşağıya  doğru koşarak akıyorlardı.Bir göle bir denize ulaşıp,dinlenmek,berraklaşmak istiyorlardı.Sonra onlarda benim gibi buharlaşıp, ğöğe ağacaklardı.
     Karanlıktı.Bulutlar ayı kaplamışlardı. Bir an bulutların arasından hafif bir ay ışığı sızdı.Küçük güzel kız,öğrenci Zehra,perdeyi aralamış hüzünle bakıyordu.
           Çok sevmiştim Zehra’yı.Yazısını mahvetmeme hiç kızmamıştı. Üstelik “Ne güzel bir çiçek.”diye,iltifat bile etmişti.
            Dua ettim.Allah’ım Zehra’nın rüyasında onunla sohbet etmemi sağla.Amin dedim.
            Ben de bulutlara kadar yükseldim.Hava yavaş yavaş soğuyordu. Yoğuşmaya başladım.Galiba tekrar yağmur olup yağacaktık.
Mevlüt Yanar
 
 


Yollar-Yaylalar-Göller   Foto: Hasan Sayın

Söbüçimen Manavgat bağlantısını sağlayan kervan yolu.
Torosların güney yamaçları çok daha sarp ve geçit vermez durumda. Yolun dikliği ve merdiven basamakları da bunu gösteriyor.
Vay develere devecilere!...Bu yollardan kaç bin kere kaç bin deve hasret acı sevda,umut ekmek ve aş taşıdı...Kaç asker bu yollardan geçti de geri gelmedi....Kaç tane ah !dizili bu yollarda....Kaç damla ter,kaçbin tane gözyaşı gizli....



Gezlevi Eski Mezarda Borlu Kabir Bir ulu kişinin evliyanın kabri olduğu söylenir. Kime ait olduğu bilinmiyor.

Kulyanar eski mezarda

 DEVRENT: Gezlevi yi iç Anadoluya bağlayan kervan yolu. Duvarların ne zaman kimlerce yapıldığı bilinmiyor.

Yollar
Ne sevdaları yarım
Ne çocukları yetim
Ne anaları hasret
Koymak istedi bu yollar

İnce uzun uzandılar
Güneydiler kuzandılar
Yeller  ile tozandılar
Umut alıp veren yollar

Ne devrentler uçurumlar
Aşılmaz sanılan dağlar
Vadilerde dere çağlar
Büklüm büklüm şahit yollar

Şu tepenin ardında mı
İnsanların merdinde mi
Memleketin derdinde mi
Der mi acep der mi yollar

Karlar yağdı bağlandı mı
Evlat diye ağlandı mı
Birkaç lokma sağlandı mı
Bilir amma dilsiz yollar

 Eşkiyalar yolu keser
Yza ortası tipi eser
Kervan kırar kimi sefer
Sessiz sakin ağlar yollar

Vücut ülke yollar damar
Kan yerine kervan akar
Tüm uzuvlar buna bakar
Hayat verir bize yollar


şimdi.....

Kamyon tren uçak yaptık
Dağlar deldik tünel açtık
Hasret acı biter sandık
Bitmedi çoğaldı yollar
Kanlara bulandı yollar

10 Aralık 2008 myanar








                        KINALI      EL  
(( Anlatan Koreli Durmuş -   (Durmuş Özbey-Gezlevi) ))
 
            Dedem durmuş İbrahim (Durmuş Mustafa’nın Babası) ile Körüğoğlu (Körük İsmail’in Babası) İstanbul’a giderlerken geç vakitte İsparta Uluborlu’ya varırlar.
(Durmuş İbrahim 1946 da 76 yaşında ölür. Anlatılacak olay yaklaşık 1890 yıllarında yaşanmıştır.)
Şehrin Subaşısı (Emniyet amiri) asayişi sağlamak için , karanlık bastıktan sonra şehre girişi yasaklamıştır.
Şehre giremeyince etrafı kolaçan ederler.Orman içinde bir vadide ışık görürler. Sevinerek gidip misafir olurlar.
       Çul çadırın baş köşesinde oturan  kır burma bıyıklı adam çok sevinir, gözlerinin içi güler.Çadırdaki diğer erkek ve kadınlarda çok mutludurlar,yeni gelen misafirlerine çok değer verdiklerini gösterircesine ,hatta daha ileri boyutta yiyecekmiş gibi bakarlar. Ancak,asil, ince yapılı, kibar davranışlı gelin huysuzlanmakta,endişeli davranışlar içinde kıvranmakta,endişesinin çadır halkınca fark edilmesinden korkmakta,misafirlere ise “-Siz ne salak adamlarsınız ki;elinizle ayağınızla tuzağa tutuluyorsunuz .Bu kılıktaki insanlara gecenin bu vaktinde misafir olmaktasınız…Hiç mi basiretiniz yok? Ebeniz dedeniz size hiç kötü insanlardan bahsetmedi mi?” dercesine acıyarak,üzülerek, endişeli ve heyecanlı bakışlar fırlatmakta…İkide bir misafirlere kaşlarıyla “Gidin buradan. Çabuk kaçın! Sakın burada gecelemeye kalkışmayın!” işaretleri göndermekte…
         Uzun yoldan gelen, yorgun argın dinlenecek bir yer bulduk diye sevinçli tavırlar sergileyen Durmuş İbrahim ve  Körüğoğlu, içlerinden geline kızmaktalar.Çok güzel çok kibar ama bizi misafir etmek istemiyor diye için  için söylenirken bir taraftan da  daha ne diyecek merakıyla gelini takip etmekteler.
         Ocakta koca bir tencere kaynamaktadır.Gelin kazanı karıştırarak yemek pişirmekte,yan gözle bizimkileri izlemektedir. Bir aralık dışarıdan köpek sesleri gelir, herkes merakla dışarıya bakarken gelin; kazandan karıştırıyor numarasıyla kepçeye aldığı kınalı eli yorgun misafirlere gösteriverir ve hemen kazana geriye döker kınalı tazecik bir gelin elini…
Gözlerinden uyku akmakta olan yolcuların  gözleri birdenbire faltaşı gibi açılıverir.Gözleriyle geline minnetlerini ifade etmeye çalışırken; nasıl kaçacaklarıdır beyinlerindeki fırtınanın  yıkıcı sessizliği….
Huzursuzlukları yüzlerine yansımıştır yolcuların. Köşedeki kır burma bıyıklı , kaba saba adam sesini yumuşatmaya çalışarak, “-Ne oldu? Hasta mısınız yoksa? Renginiz değişti. Keyfiniz kaçtı…Bir kusur mu işledik?” diye sorar.
Durmuş İbrahim
“-Yok ağa “der.”O nasıl söz. Bizi çadırınıza misafir ettiniz. Sağolunuz. Ama yolda üşütmüşüz galiba.Yediğimiz yemek de bozuk muydu neydi? Dokundu herhal . Hem midem bulanıyor hem de içim kabarıyor.Dışarıya çıkmama müsaade var mı?”  Körüğoğlu da atılır hemence. Benim midem de bozuldu ,haydi çabuk çıkalım.Kirletmeyelim ortalığı…diyerek kalkar.
       Çadırın ağası, “-Tabii tabii…Hemen çıkın.Temiz hava alın,rahatlayın.”der kendine güvenen bir sesle.Çünkü dışarıda iki tane besili köpeğe güvenci tamdır.
           Körüğoğlu ile Durmuşoğlu dışarı çıkınca tabana kuvvet kaçarlar. Köpekler peşlerindedir.Yakalanmak üzeredirler.Birisi bir çalıya takılıp yuvarlanır,çalıdan kurtulacağım derken köpek yetişir.Tam belinde kuşanılı olan azığa dişlerini geçirir.Azık köpeğin ağzında kalır.Diğer köpek de azığı kapmak ister. Birbirleriyle boğuşmaya başlarlar.
           Saatlerce koşarlar. Düşerler kalkarlar.Elleri yüzleri yara bere, kan içinde kalır.Bir ulu ağacın altında dinlenirlerken sabah olur.
           Gün yükseldiğinde şehre girerler. Subaşına gidip olayı anlatırlar.
           Bir grup zaptiyeyle çadırın bulunduğu vadiye gelirler Çadır yok…Çevrede biraz kül,yanmış odun parçaları,gizlenmeye çalışılarak çalıların içine sokulmuş insan kemikleri...Bazıları üzerinde diş izleriyle yarı etli atılıvermiş sanki…
             Bitti        
Mevlüt Yanar
 
Bu hikaye Gezlevi’de ebelerimizin en çok anlattığı olaylardandı. Yabana gidenlere ibret olsun diye…
Olay bu mecrada gerçekleşmiş olup,tarafımdan detaylandırılmıştır. Koreli Durmuş ile 2010 yazında yaptığım sohbette bu hikayeyi kahramanının torunundan dinleme mutluluğunu da yaşadım.



 

Şehirde Bir Gün

 

İnsan kafasını köyde mi dinleyebilir şehirde mi?...Cevap olarak herkes köyde der alışılmış olarak. Köy sakindir,gürültüsüzdür,havası temizdir diye gerekçelerini de sayıverir bir solukta.

Ben de öyle sanıyordum bu güne kadar.Ama şehir hayatının daha dinlendirici olduğunu yaşayarak tecrübe ettim.Nasıl mı? Anlatayım.

Bugün evimden çıktım. Doğalgaz ödemesinde ortaya çıkan bir durumu görüşmek üzere bankaya uğradım,sonra da ver elini gaz net... Banka otamatik ödüyordu faturalarımı.Her zaman önceden yatırdığımız peşin paralar orada yatıyor,ay ay faturamız neyse ödüyordu. Doğrusu iyi hizmet.Niye kuyrukta bekleyesin ki? Ama bir aksaklık olmuş...Bizim iki fatura parası yanlış uygulama neticesi kuş olup uçmuş. Banka ve Gaznet kayıtları normal. Normal olmayan gereksiz yere bir açma parası tahsili... Neyse....

Ben cık cık diye eve doğru yol alırken,tenha bir ara sokakta önümde giden bir bayan cep telefonuyla uluorta konuşuyor.

-Olmaz oğlum

----------

-Bu yaz bu iş olmalı

-----------

    -Çüş... Oğlum sen deli misin? Ben otuzikisinde mi doğuracağım. Düşünsene bir kere çocuğum ilkokula başladığında yaşım 39 olacak. Ben annesiyim demeye utanmayacak mıyım?

     

    Yanından geçerken bu kadarını duydum. O hiç istifini bozmadı. Çüş lafına ise gülesim geldi. Cık cıklarımı unutmuş keyfim yerine gelmişti. Bu telefon görüşmesi köyde olsaydı,ne kadar dallanır budaklanır koca bir çınar ağacına dönerdi. Sonra dedim ki bu bayanı ben tanımıyorum,o da beni tanımıyor. Ey kardeşim sen olsan kafanı nerde dinlersin? Yürüyüşünden bile dedikodu üretilen dar çevrelerde mi? Yoksa nişanlına veya erkek arkadaşını “çüş” bile diyebileceğin şehir ortamında mı? Ha , “çüş “ kelimesini ahlaki bulduğumdan değil ama konuşmayı gayet doğal bulduğum için bu ayrıntıyı yazma gereği duydum.

    Evde bir müddet dinlendikten sonra camiye,camiden alışveriş merkezine. Bir kilo balık beğendiğinden,aa! O da ne bir kilo bal onbir Lira! Şok indirim. İnceledim güzel gözüküyor.Bir kilo da ondan aldım.Oturdum insanların telaşesini izledim.Yüzlerine baktım.Gülenler azdı,mutsuz ve kaygılı olanlar fazla. Hiç kimsenin yakasında rozet mozet yok.Seçim meçim kimsenin umrunda değil.İşsizlik yüzde yirmibeşlere yükselmiş,belediyeler otobüs ve tramvayları geliştirmemiş,sadece lale soğanı söküp ekmiş ,alt üst geçitler yapmış,işe aldığı kimse yok...Kimsenin ne iktidardan ne muhalefetten umudu var!

    Kafalarda kriz var.Teğet meğet geçmemiş ta canevinden vurmuş şehirliyi...Bir parti aracı geçti caddeden dönüp bakan olmadı. Sanki başka bir ülkenin siyasi partisi.Sanki seçim başka bir ülkede yapılacak.

    Kasabada dedim,kriz daha çok mu etkili? Onun için mi insanlar bu kadar siyasetin içinde.Herkes yakasında bir rozetle memleket kurtarma havasında. Üstelik bütün adaylar biribirinin aynısı...

    Herhalde dedim kriz,halkımı yiyecek ekmeğe muhtaç etmiş ki bu denli bir beklenti içine girmişler. Hatta belediyeye verilecek ödenekleri paylaşma siyaseti diyenler oldu da ben yok canım dedim.Bu olsa olsa hizmet kapma yarışı olabilir.

    Velhasıl köyler devletten gelecek üç beş kuruşla krizi atlatabilme ümidini taşımakta.Şehirler bu duyguyu çoktan unutmuş. İMF diyorlar,iktidar diyorlar,ekmek diyorlar ,iş diyorlar sonra da hepsinin ... deyip lafı yarıda kesiyorlar.

    Hastanelerde personel açığı var,okullarda memur hizmetli açığı var tüm kamu kurumlarında personel eksik.İktidar tasarruf yapmak için eleman almıyor. Eskiden böylemiydi ya! Her yıl sınavlar açılır bizim köyden on onbeş kişi işe girerdi. Bu iktidar maliyeyi sıkı tutuyor. Yeni eleman almak yok. Paraları çar çur etmiyor dememe kalmadı Tuncelide keçi ahırına teslim ettikleri bulaşık ve çamaşır makineleri aklıma geldi. Bu devlet politikası diyorlar yanlıları,alevileri bunlarla devlete ısındıracaklarmış.Niye seçimden sonra dağıtmıyorlar dendiğinde de böyle dek geldi efendim diyorlar.Hiç birisi de söylediğine inanmıyor. Din büyüklerinden birisi ta Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda olacak galiba, “siyasetin şerrinden Allaha sığınırım “ demişmiş. Şimdikilerin bir kısmı cumburlop siyasete dalıveriyor...Aman canım dalsınlar be.Ne olacak sanki. Her koyun kendi bacağından asılır.

    Tam söyleyecekken lafı dağıttık. Bu kömür,buzdolabı para her ne zıkkımsa dağıtılmasa da fakir fukara işe alınsa.... Çalışmadan değilde insanlar çalışarak bu eşya ve malzemeleri kendileri alsalar....

    Zihnimden geçenleri okuyormuş gibi önümden geçen delikanlılardan biri “ Adamlar dedi sadaka dağıtıp sevap kazanacaklar,yani oy alacaklar oy!.Adamı işe alsalar ;işe giren kişi bu riyakarlara oy verir mi yahu!” Şaşırıp baka kalmışım gençlere; diğeri söze karıştı. “Aleviler dedi ,dedelerinin dediğine giderler,bunlara oy yerine...”Bir araba geçti gürültülü...

    duyamadım ne dediğini.

    Şehirde insan kafasını iyi dinliyor dinlemek isterse... Onun yerine konuşuverenler de çıkıyor böyle arasıra...

    Dedikodu yok.Kimse kardeşinin ölmüş etinden yemiyor.İftira dersen hiç yok...Eğer kafanı dinlemekten kastın gıybetsiz iftirasız yaşamaksa şehre gel dostum şehre....Yok elin oğlunu kızını dediğini demediğini konuşacaksan köyden iyi yer bulamazsın ha!

    Çıkıver yol kenarına gidiver kahvehaneye bir defter dolusu günahı bir günde kazanmazsan,iki günde kazanırsın be dostum.

    Tanıdık hiç kimseye rastlamadım.Yaşlı bir amcaya selam verdim sadece eve gelinceye kadar.






i

Giği Dağı Gezlevi için efsane dağıdır. Bayram Seydi Dedemizin kızı Sultan Halamızın taş yarığına girdiği yer. Batı Torosların 2890 metrelik zirvesi. Önünde Eğrigöl bir sirk yani buzul gölü.



Sultan Halamız     yazılacak

Bu hikayeyi yazmadan bir başka versiyonunu  Define yolu web sayfasından aktarıyorum.Olay aynı,anlatım farklı...

Eğri Göl Efsanesi

Yöre: Alanya / Antalya


Torosların zirvesinde Eğri Göl adında bir göl vardır. Bu gölümüzle ilgili şöyle bir efsane anlatılmaktadır:

Vaktiyle güzeller güzeli bir kızla, yiğit mi yiğit yakışıklı bir genç varmış. Bu gençler, birbirlerine sevdalanmışlar. Babalarının söz kesmesinden sonra da beklemeye başlamışlar. Olacak ya, gün gelmiş delikanlıyı askere çağırmışlar. Evlenip muratlarına eremeden araya ayrılık girivermiş. Yıllarca sevgilisinin dönmesini bekleyen genç kız onun şehit olduğu haberiyle karşılaşınca dünyası yıkılmış. Ama neylersin, ölenle ölünmüyor ki...

Artık beklemenin de anlamı yoktur. Kızın babası, kızını başka birine nişanlar. Düğün dernek kurulur ve nihayet gelin alayı kızı almaya gelir. Gel gör ki kızın gönlü hâlâ eski sevgilisindedir. Çaresiz, ata biner ve yaşlı gözlerle yola düşerler. Kervan, bugünkü Eğri Göl'ün bulunduğu yere gelince kız acısına daha fazla dayanamaz ve "Allah'ım, ya beni suya sal sevdiğime varayım ya da kuş et salıver!" der. Allah'ın hikmetiyle o kızcağız orada bir su oluverir. Sular kaynaya kaynaya orada bir göl meydana getirir. O kervanın da orada duruşu eğri büğrü olduğu için, gölün iki km. uzunluğundaki çevresi eğri bir hâldedir. O gün bugündür her Cuma, kervanın gölde kaybolduğu saatlerde gölden bir ışık topunun çıktığını da yöre halkı söyler durur.


Derleyen: Bedia Kaplan, Alanya 1980, üniversite mezunu; kaynak kişi: Zehra Yılmaz, Alanya 1980, dedesinden dinlemiş.

Vakti ile Toros dağları eteklerinde yaşıyan bir aşiret beyi vardı. Bu bey yoksullara yardım eder, fakirlerin karnını doyurur. Çok iyilik severliği ile tanınan sevilen ve sayılan bir beydi. Bir işi yapacağı zaman aşiret büyüklerini toplar, onların fikirlerini alır. Soracağı bir şey olursa sorardı.


Bey bir gün aşiret yaşlılarını topladı. (Hey ağalarım, büyüklerim, akıldanelerim, bilirsiniz benim oğlum akıllı ve düzenli işlerde bulunmaz. Ne edeyim ki yerimi tutacak, töremizi götürecek, ışığımı yakacak uslu bir evlat olsun.) deyince aşiret büyükleri (İyi dersin beyim oğluyun, senin yerini tutabilmesi için, onu çekip çevirecek bir kadına ihtiyaç vardır. En iyi çare onu evlendirmektir.) deyince bey yerinden kalkıp düşünerek çadırına gider. Oğlunu yanına çağırarak:


- Hey oğul, büyüdün delikanlı oldun. Güneş karşısında boy atan fidan gibi boy attın. Ama aklın hiç büyümedi. Dağda taşta ah ile vah ile günün geçirmektesin. Ne edeyimki, benim çıramı ışıtıp, töremi götür, yokluğumu bildirme, bana dilediğini de ki merhem olam. Evlenmekse muradın töreme uygun, gözü gözüme, yüzü yüzüme, aşı aşıma benziyen birini bulup isteyeyim. Altın isterse takayım. Adak isterse göndereyim. Gölük isterse sürdüreyim. Sayvant isterse döşeteyim. Bütün obalarıma davul çaldırıp, kaşık vurdurayım. Kırk gün yemek dökerek, herkesi konuk edeyim. Sürü kesip beyleri ağırlayayım. Deyince oğlan iki dizinin üzerine gelerek; "Babamsın" deyip elini öper. Çok iyi edersin, Atamsın, büyüğümsün, ulusun, zenginsin, herşeye gücün yeter. Sana saygım pektir. Deki öl ölem. Benimde sana bir deyeceğim vardır. (Ben Konya Beyinin kızı Ak sultana vurgunum. Alırsan bana onu al, gayri dünyayı versende istemem.)


Bey bu sözleri duyunca çadırından çıkıp biraz düşünür. Hemen etrafındakilere (Hey Çobanlarım, kızanlarım, kadınlarım, hizmetçilerim, tez elden kırk atlımı hazır edin. On tane buğur deveye hediye yükleyin. Kırk atlı önde, develer arkada yola çıkılsın.) deyince beyin etrafındakiler kaynaşmaya başlarlar. Kısa bir zaman sonra "yola hazırız" diyerek haber gelir.


Böylece büyük kafile hazırlanıp Konya'nın yolunu tutarlar. Toros dağlarının derin vadilerinden, ormanlı yamaçlarından aşarak Konya'ya varırlar. Zaman geçirmeden Konya beyinin sarayına misafir olurlar. Yerler içerler konarlar göçerler sözü esas meseleye bağlarlar.


Allahın emri ile kızınız Aksultanı oğluma istemeye geldim. Karar ve söz senindir. Deyince Konya beyi düşünür taşınır, "senden iyisine verecek değilim ya verdim gitti. Allah bir iken bin etsin, oğulları uşak. Kızları hizmetçi kullansın sürüleri ekiz doğursun, dördü sekiz doğursun. Deyip sözü keser."


Söz kesilir ama Aksultana hiç danışan olmaz. Aksultan bu söz kesmeden de hiç memnun olmaz. Ne yapsın baba sözüdür, ölüm bile olsa uymak törenin gereğidir.


Konuklar oturup yiyip içip konuştuktan sonra müsaade alıp vedalaşarak Konya'dan ayrılırlar. Geldikleri yollardan obalarına dönerler.


Günler haftaları haftalar ayları kovalıyarak düğün günü gelip çatar. Bütün obalara haber salınır. Yemeklerin, ayranların, etlerin hazırlanması için gerekli bütün hazırlıklar yapıldıktan sonra, bey kırk yiğidini alarak gelin almak üzere Konya'ya hareket eder. Düğün alayı birkaç gün yolculuktan sonra Konya'ya gelirler. Hoş beşten sonra yemekler yenip hazırlıklar tamamlanıp büyük bir törenle gelin uğurlaması yaparlar.


Görkemli düğün alayı günlerce yolculuktan sonra Toros dağları arasında Eğri göl isimli bir gölün kenarındaki geniş çayırlığa konak verirler. Bu çayırlıkta gecelemeyi uygun bularak her tarafı çiğdem, sümbül, akçırağan çiçekleri ile süslü bir vadiye gelin çadırını kurarlar. Gelin çadırına yerleşip biraz istirahattan sonra, gelinlik elbiselerinin üzerindeki kırmızı örtüyü açıp etrafı seyreder.


Gelin hanım çadırından çıkar gölün kenarındaki yamaca doğru gezer. Etrafı iyice seyrettikten sonra güneşin kırmızılıkları kaybolupta akşamın alaca karanlığı basmaya başlayınca çadırına dönmek isterken ayağı tökeziyip düşer, bayılır. Kocaman düğün alayı yolun yorgunluğu ve dağ havasının temiz ve hafif rüzgarı ile ninniler içinde uykuya dalar.


Gelin hanım sabaha kadar baygın olarak yatar. Sabahın ilk ışıkları ile gözlerini açtığı zaman baş ucunda görkemli boynuzları ile pervasız vücudu yere doğru yaslanmış bir geyik keçisi kıtır kıtır geviş getirerek beklediğini Gelin yerinden doğrularak dikkatlice geyik keçisine bakar. Keçinin ikiboynuzu arasında bağlı bir kutu görür. Yanaşıp kutuyu çıkarır. İçini açar. Kutunun içinde yazılı bir kağıdı görünce alıp okur. (Hey bu dağların çiçekleri kadar güzel, havası kadar temiz, gölü kadar temiz ve berrak, toprağı kadar bereketli, güneşi kadar sehavetli, esen rüzgarı kadar alçakgönüllü dilber , söyle muradını ne istersen merhem olayım. İstersen bin üstüme seni mutluluk diyarına götüreyim.) Yazıyı okuyunca düşünüp taşınır, dağa sorar, güneşe sorar, göle sorar, türüm türüm kokan çiçeklere sorar, ötüşen kuşlara, ılgıt ılgıt esen yele sorar hepside (bin geyiğin üstüne, o seni mutluluk ve huzur diyarına, güzellikler ülkesine götürecektir. ) cevabını alır. Bu cevabı alan Aksultan yerinden kalkıp geyiğin üzerine oturur. Geyik yerinden sıçrayıp, enginlerden seller gibi, yükseklerden yel gibi giderek çok uzaklardaki pamuk yığınları gibi bulutların kırmızı duvağı ile kaybolup gider.


Arkada kalan gelini çadırında sanarak çadırın açılmasını beklerler. Bir ses gelmeyince çadıra bakarlar. Bir de ne görsünler Aksultan gitmiş. Hemen durumu beye haber verirler. Bey büyük bir gazap içinde etrafındakileri haşlar. Haşlar ama kaç para eder gelin yok. Etrafı didik didik ararlar, fakat bir ize tesadüf edemezler.


Etraftaki aşiretlerden yardım isterler. Yaşlı ve tecrübeli bir çoban aramak üzere gelir. Dağ yamaçlarında ararken bir geyik izine tesadüf eder. Bu izi takip ederek Torosların en yüksek yerine kadar çıkar. İz büyükçe bir mağaranın ağzında son bulur. Çoban arkasından gelenlere dönerek (Aradığınız gelin bir geyiğe takılarak bu dibi olmıyan mağaraya gitmiştir. İz burada bitti. Gelinin kırmızı duvağından bi iblik burada bulundu. Bunların hepsinden başka bir de, yıllardır bu mağarayı tanırım. Mağaranın taşları kırmızı değildi. Şimdi ise gelinin kırmızı duvağının rengi mağaranın taşlarını boyamış. Varın söylen beyinize Aksultan muradına ermiş. O artık dağların olmuş. ) deyince hepside birden ağlıyarak geriye dönüp giderler. Hepsi bir olup bir dua yaparlar. Göz yaşları ile yollarına devam ederler.


O gündür bu gündür mağaranın taşları kıp kırmızıdır. Bütün aşiretler toplanıp bu mağaranın adı kanlı mağara olsun kimisi de kırmızı mağara olsun bazıları da gelin mağarası olsun derler.


Bundan sonra bu mağaraya kanlı mağara adını verirler. Torosların en yüksek tepesindeki dağda geyiğin adına, Geyik dağı, Geyik dağının bitişiğindeki dağa da Ak sultanın adı olan Ak dağ adı verirler. Bu adlarda baki kalır. Her yıl aşiretlerin bazıları bu mağaraya giderek bu anıları tekrarlarlar.
Silver isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla




 


GAM YÜKLERİ İLE YÜKÜMÜZ TUTTUK

Aşık ÖMERden

Gam yükleri ile yükümüz tuttuk
Hicran katarının kervanıyız biz
Feleğin ağusun aşında bulduk
Mihnet tekkesinin mihmanıyız biz

Hakikat yolunu tutmuş gideriz
Kemlik edenlere iy'lik ederiz
Hazret-i Hüda'nın emrin tutarız
Rah-ı hakikatın rehvanıyız biz

Ey Ömer aşk ile irfan yoluyuz
Serv-i tubaların servi dalıyız
Bizi sevenlerin biz de kuluyuz
Sevmiyenin şah ü hakanıyız biz

Bağrıma Ekin Tohum

Bağrıma ekin tohum
Yeşersin sakin ruhum


Milyonlarca yıl ben de
Yemyeşildim mutluydum
Canlılar gezdi tende
Sevgiliydim kutluydum


Bana ekseniz tohum
Gülümser temiz ruhuım


Ağaçlıydım ev oldum
Dallarım kuşa yuva
Sincaplara üst yoldum
Şen şakraktı dağ ova


Hasretim verin tohum
Murada ersin ruhum


Sel götürmesin beni
Sular şarkı söylesin
Yel üfürmesin emi
Çiçeklerle söyleşin


Bir kazma ve bir tohum
Sabırsız bekler ruhum

11.Şubat 2008

Mevlüt Yanar



Erişilmez

Bir erişilmeze duyulan özlem
Ruhları ateşte tava getirir
Dünya avucunda hükümdar olur
Belki mevlasına çabuk yetirir

Mevlüt Yanar

HADİM ADININ KÖKENİ
Hadim adını Keykubad’ın valisi Kamerüddin Hadim Bey den almıştır. (Büyük Sultan Alaaddin Keykubad Hadim Ermenek üzerinden Silifke’ye ordu yürütüp bölgeyi Ermenilerden temizleyince Kamerüddin Hadim Lala yı yöreye yönetici yapmış, onun başarılı yönetimi bahsedilen yerlerin Hadimeli olarak adlandırılmasını sağlamıştır.

Konuyla ilgili makalem Hadimin sesi gazetesinde 1994 te yayımlanmıştı. Bu konuda ipucu bilgileri Prof Osman Turan ın “Selçuklular Zamanında Türkiye” adlı eserinde bulunmaktadır.) Selçuklu sonrası Hadim İli Karaman Beyliğinin vatanı olunca İklim-i Karamanın bir parçası olmuş ve önemini yitirmiştir. Ancak idari birim olarak Merkezi bazen Pillonda (Taşkent-Pirlerkondu-Philedelfia…), bazen Hadim olmak üzere varlığını sürdürmüştür. 18.Yüzyılda Ebu Said Muhammed Hadimi’nin ülke çapında bilim ve tasavvuf adamı olarak ünlenmesi Hadim’i de Osmanlı Ülkesinde hatırı sayılır konuma yükseltmiştir. Zaman zaman Karaman ilçesine bağlanan Hadim 1926 da Hakettiği ilçelik ünvanını tekrar kazanmıştır.

http://www.gezlevi.com/2014/01/hadim-adinin-kokeni-hadim-nedir-nedemek/
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol