üklerin genel yazımla nüfusa kayıt yapıldığı köyde oturup hayvancılık yapması düşünülebilir. Bu köy ya yaylak yada kışlaktır. Bu köyde başka hayvancılık yapanlarda vardır. Tarıma elverişli yerler ise ekilip dikilmekte yani hayvan otlatmaya yasak mıntıkalardır. Köylünün esas işi ve geliri çiftçilik (tahıl ziraatı, bahçe, sebze ve inek besiciliği)dir. Koyunları olan varsa da (Yörükler gibi tek işi ve gelir kaynağı olmadığından) sayısı aydır, ahırda veya bahçe kenarında idare olmaktadır. Bu tür 200 hanelik bir köyün toplam koyun keçisi en çok bir yürüğün sürüsü kadardır. (300, 400, 600 adet olurdu.) Köye yerleşen yörük bu sürüsünü köyün merasında en çok 2 ay otlatabilir, çünkü o sürede çevrede ot kalmaz. O köyde 2-3 hatta daha fazla yörük ailesi varsa veya köylü koyun otlatılmasına karşı çıkarsa (sadece bizim sığırlarımız otlayacak diye) ki böyle de olmaktadır. Pratikte tek yaylak ve kışlakta kalınarak açık arazide otlatma şeklinde hayvancılık artık yapılamamaktadır.
Yeni yetişen, köy ve/veya şehir gören kızlı, erkekli yörük gençleri; gürültülü, hareketli hayata özenip, göçebe hayvancılığa isteksiz davranmaya başladılar. Kızlar köy, şehir evlerinde oturup ev hanımı olmak istediler. Tüm bu psikolojik ve fiziki şartlar sonucu yazın yaylaya, kışın kışlağa gidilerek yapılan göçebe hayvancılık hukuken ve fiilen yapılamaz hale geldi. Osmanlı dönemini görmüş göçebe hayvancılığı bir yaşam biçimi olarak benimsemiş yaşlıların direnmesiyle sürdürülen göçebelik, onlar ölünce (özellikle 1960’lardan sonra) oğulları, kızları tarafından devam ettirilmedi. Koyunu, keçiyi, deveyi satıp, köye-şehire yerleşmeye, çiftçilik, bahçecilik, esnaf1ık (manifatura, bakkal gibi) yapmaya başladılar. Bunları gereğince yapamayanlar tekrar az sayıda koyun, inek alıp bu sefer ahır besiciliğine yöneldiler. Bu tür hayvancılık ahır inşaası ve 12 ay hazır yem yedirilmesini gerektirdiğinden et maliyetini çok arttırdı, ayrıca barındırma problemi nedeniyle hayvan sayısı azaldı.
Yörükler bu yeni ve farklı hayata uyum sağlamaya çalıştılar. Çocuklarını okullara gönderdiler, okutamayanlar sanayiye çırak olarak verdiler. Hastalık, doktor, ilaç, iğne bilmezken yerleşik hayatta bunlarla tanıştılar. Yaylalarda bilinmeyen, önem taşımayan, hiç ihtiyaç duyulmayan para; şehir hayatında insanca yaşayabilmenin, toplumda saygı görebilmenin tek değer ve ölçü aracı olarak karşılarına çıktı. Az olan sözcük dağarcıkları; yalan, kazıklanma, kandırılma, ahlaksızlık, dedikodu, içki-kumar ve benzeri kelimelerle sonuna kadar doldu. Büyük bir kültür şoku ve bunalımı yaşadılar. Yaylalara geri de dönemediler. Medeniyet bataklığına bir kere ayakları saplanmıştı, çırpındıkça daha da çok gömüldüler. Ellerinden tutup kurtaracak, yol gösterecek kimsede bulamadılar. Yörükler dağlarda gezerken, milletin dedesi, babası okumuş, müsteşar, paşa, elçi, genel müdür olmuş. Dünyadaki değişimi ve gelişmenin yönünü görmüş, büyük şehirlerden, sahillerden arazi almış. Düne kadar yörüğün çadır kurup, hayvan otlattığı yerler bugün birilerinin özel mülkü olmuş. Yörük hayatın gerçek yüzünü görmüştü. Ama bu hayat yaylaya benzemiyordu. Dağlar bugün tipisiyle üşütürse, yarın güneşiyle ısıtır, gönlünü alırdı.
Şehir ise hep soğuk yüzlü ve acımasızdı; hata, iyi niyet, saflık, yol bilmezlik kabul etmiyordu. Her şeyin yolunun okumaktan, bilmekten geçtiğini, bunun da parayla olduğunu, sorunların parayla çözülebildiğini, para kazanmanın da “hele çok olanı için” çalışmanın yeterli olmadığını gördü. Sistemin bir parçası haline geldi ama karşılığında özünü ve kültürünü bıraktı. Göremedi Orta Toros veya Amanosların kuytu bir bucağında veya Termalin Ormanlarında son göçebe Yörükler olarak; yaşamın tüm idari ve ekonomik zorluklarına rağmen onurla ayakta kalmanın mücadelesini vermektedir. (bkz:25, 77, 121)
C ) Yörük Obaları ile Yörük Nüfusu:
Yörükler 63’ü büyük olmak üzere 2000 civarında obaya bölünmüştür. Mevlana Celalettin Rumi’nin 21. ve Osmanlıların 38. kuşaktan torunları bugün aramızda yaşamakta ve 600 yıllık soy kütüklerini bilmektedirler. Günümüzde ise Yörüklerin çoğunluğu dedesinin-nenesinin adını bile bilmemektedir. Nedeni genelde okur yazar olmamaları, maddi durumlarının zayıflığı nedeniyle miras bırakamamaları, ev gibi sabit bir yerde oturmayıp göçebe oluşlarından kültür birikimlerini sonraki kuşaklara ancak sözlü aktarabilmeleridir. Bu da büyük bölümünün unutulmasına veya korunamamasına yol açmıştır. Farklı yerlere iskanlar ve maddi yetersizlik nedeniyle uzun yıllar aileler arası iletişim kurulmaması sonucu akrabalık bağları zayıflamış, kardeş çocukları bile birbirlerini göremediklerinden yabancılaşmışlardır.
Yörük obalarından örnekler: Eskiyörük, Horzum, Keşefli, Menemenci, Sarıkeçili, Tekeli (Ayrıca Türkmen ve Kazaklarında Teke ve Tekeli oymakları var.) gibi. Yörüklerin Türkiye’de bölgesel dağılımı ve 2000 genel nüfus sayımına göre bu bölgelerde yaşayan tahmini yörük sayısı; 9 milyondur. Ayrıca 12 milyon civarında Türkmen bulunmaktadır. Diğer Türki hakların sayısı ise 15 milyon olup, yaklaşık Türkiye nüfusunun yarısı Türk soyludur.
Yörüklerin Bölgelere Göre Dağılımı:
1- Ege Bölgesi : 2.200.000
2- Akdeniz Bölgesi : 3. 000.000
3- Marmara Bölgesi : 1.500.000
4- İç Anadolu Bölgesi : 2.250.000
5- Güneydoğu Anadolu Bölgesi : 40.000
6- Doğu Anadolu Bölgesi : 7.000
7- Karadeniz Bölgesi : 3.000
Toplam: 9.000.000 kişi